Plastic does not break easily.
- Plastik kolayca kırılmaz.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Her anger reached a breaking point when she found out that he was being unfaithful to her.
- O onu aldattığını öğrendiğinde öfkesi bir kırılma noktasına ulaştı.
Everyone has their breaking point.
- Herkesin kırılma noktası var.
Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside.
- Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
Tom and Mary took a long walk through the countryside.
- Tom ve Mary kırlarda uzun bir yürüyüş yaptılar.
The countryside has many trees.
- Kırsalda birçok ağaç vardır.
Jack hid the dish he had broken, but his little sister told on him.
- Jack kırdığı tabağı sakladı fakat küçük kız kardeşi onu gammazladı.
The horse broke its neck when it fell.
- Düşen at boynunu kırdı.
I knew I'd broken my wrist the moment I fell.
- Düştüğüm anda bileğimi kırdığımı biliyordum.
I broke my wrist when I fell on it.
- Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
We spent a quiet day in the country.
- Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
We spent a quiet day in the country.
- Biz kırda sessiz bir gün geçirdik.
Every summer I go to the countryside.
- Her yaz kırsala giderim.
Tom looks forward to his lunchtime run, to break up the monotony of his working day.
- Çalışma günü monotonluğunu kırmak için Tom öğle vakti koşusuna can atıyor.
She is responsible for this broken window.
- Bu kırık pencereden o sorumludur.
By whom was this window broken?
- Bu pencere kim tarafından kırıldı?
But love can break your heart.
- Ama aşk kalbinizi kırabilir.
That boy often breaks our windows with a ball.
- Şu çocuk sık sık bir top ile pencerelerimizi kırıyor.
I had no difficulty breaking the lock.
- Kilidi kırmakta zorlanmadım.
This robot can hold an egg without breaking it.
- Bu robot yumurtayı kırmadan tutabilir.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Tom's self-confidence was shattered after his boss dressed him down in front of his workmates.
- Tom'un öz güveni, patronu iş arkadaşlarının yanında kendisini haşlayınca kırıldı.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
That gray-haired man is Tom's father.
- O kır saçlı adam Tom'un babası.
Gray goes well with red.
- Gri, kırmızı ile iyi gider.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.