The varlet at his plaint was grieu'd so sore, / That his deepe wounded hart in two did riue .
he wente vnto her for to haue taken the swerd oute of her hand but sodenly she sette the pomell to the ground, and rofe her self thorow the body.
Laura Ingalls grew up on the prairie.
- Laura Ingalls kırda büyüdü.
A herd of friesian cattle graze in a field in British countryside.
- Siyah alaca sığır sürüsü İngiliz kırsalında bir tarlada otlar.
The field is full of wild flowers.
- Tarla kır çiçekleriyle dolu.
There is a cottage beyond the bridge.
- Köprünün ötesinde bir kır evi var.
I've set out a table under a beautiful tree behind the cottage.
- Kır evinin arkasında güzel bir ağacın altında bir masa kurdum.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.
These wild flowers give off a nice smell.
- Bu kır çiçeklerinden hoş bir koku yayılıyor.
Why do you think Tom prefers living in the country?
- Tom'un niçin kırsal alanda yaşamayı tercih ettiğini düşünüyorsun?
Every summer I go to the countryside.
- Her yaz kırsala giderim.
Barsoom was the biggest Martian town. It had the fanciest saloon. It was the Wild, Wild Red.
- Barsoom en büyük Mars kentiydi. En süslü salona sahipti. Orası Vahşi, Vahşi Kırmızıydı.
I saw the girls pick the wild flowers.
- Kızların kır çiçekleri topladığını gördüm.
I broke my wrist when I fell on it.
- Üzerine düştüğümde bileğimi kırdım.
Tom fell and broke his arm.
- Tom düştü ve kolunu kırdı.
Young plants should be protected in frosty weather.
- Genç bitkiler kırağılı havadan korunmalıdır.
That gray-haired man is Tom's father.
- O kır saçlı adam Tom'un babası.
Tom was wearing a gray suit with a red tie.
- Tom kırmızı kravatla gri bir takım elbise giyiyordu.
The bamboo bent but did not break.
- Bambu eğildi ama kırılmadı.
Tom and Mary picked some wildflowers by the river.
- Tom ve Mary nehrin yanında birkaç kır çiçeği topladı.