Biletler, alındığı gün de dahil olmak üzere sadece iki gün geçerlidir.
- Tickets are valid for just two days, including the day they are purchased on.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
Onun payını ödememiz adildir.
- It is just that we should pay his share.
Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.
- Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment.
Hayır, teşekkürler. Yalnızca bakıyorum.
- No, thank you. I'm just looking.
Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
- This just has to be his umbrella.
Eğer henüz yemek yediysen, yüzmesen iyi olur.
- You'd better not swim if you've just eaten.
Yolculuk henüz başladı.
- The journey has just begun.
Ben onu adaletli yapamam.
- I can't do it justice.
Biz o konuda her iki tarafa adaletli davranmalıyız.
- We should do justice to both sides on that issue.
Bence, sigara karşıtı yasa makul.
- The anti-smoking law is just, in my opinion.
Öyle yapmamın makul olduğunu düşüneceksin.
- You will think it just that I should do so.
Ann raporunu yazmayı az önce bitirdi.
- Ann has just finished writing her report.
Suudi Arabistan büyük elçisinin istifa ettiğini az önce gördüm.
- I've seen just now that the ambassador of Saudi Arabia has resigned.
Küçük ev, şimdiye kadar tıpkı altındaki kadar iyi olmasına rağmen,eski püskü görünmeye başladı.
- The small house had come to look shabby, though it was just as good as ever underneath.
Maskeler sarı kum tozunu,polenlerden dahada küçük,ne kadar iyi engelleyebilir?Sanırım o polenden oldukça daha fazla bir baş belasıdır.
- Just how well can masks block the, even smaller than pollen, yellow sand dust? I think it much more of a nuisance than pollen.
Sadece haklı olabilirsin.
- You might just be right.
Davranışını haklı çıkar, haydi, bunların hepsi olduğunda orada olmanı haklı çıkar.
- Justify your attitude, come on, justify being there when it all happened.
Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
- Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
Bir kelime kullandığımda,Humpty Dumpty ifade etmek için tam benim seçtiğimi o ifade ediyor-ne daha fazla ne daha az dedi.
- When I use a word, Humpty Dumpty said, it means just what I choose it to mean - neither more nor less.
Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
- Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
- If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
Caz ölmedi, sadece komik kokuyor.
- Jazz isn't dead, it just smells funny.
Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık.
- This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.
Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim.
- I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.
Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal.
- Just stay put for a minute while I look for him.
O sadece mantıklı değil.
- That just doesn't make sense.
Sadece bana mantıklı gelmiyor.
- That just doesn't make sense to me.
Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı.
- Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.
Tom testi sadece zar zor geçti.
- Tom just barely passed the test.
Testi güçlükle geçmeyi başardı.
- He just barely managed to pass the test.
Tom geçinmek için güçlükle yeterince kazanıyor.
- Tom just barely earns enough to live on.
Ben kimim? Ben bir şairim. Ne yapıyorum? Yazıyorum. Nasıl yaşıyorum? Güçbela yaşıyorum.
- Who am I? I am a poet. What do I do? I write. How do I live? I just live.
Tom'un Boston'un hemen dışında küçük bir çiftliği var.
- Tom has a small farm just outside of Boston.
Belediye binası hemen köşede.
- The city hall is just around the corner.
Senin bu iş planı neredeyse çok iyimser görünüyor. Bütün söyleyebileceğim onun bir boş hayalden daha fazlası olduğunu ummamdır.
- This business plan of yours seems almost too optimistic. All I can say is I hope it's more than just wishful thinking.
Tom neredeyse her yere baktığını söylese bile Mary'yi bulamadı.
- Tom couldn't find Mary even though he said he looked just about everywhere.
O biraz önce odasını temizledi.
- She just cleaned her room.
Biraz önce sana söylediklerimi unut.
- Forget what I have just told you.
Bitirdin mi? Aksine, yeni başlıyorum.
- Have you finished it? On the contrary, I'm just starting.
Mary daha yeni eve geldi.
- Mary has just come home.
Richter ölçeğine göre büyüklüğü 5.0'ı aşan beş sarsıntı sadece bu hafta Japonya sarstı, ancak bilim adamları beklenen en büyük artçının henüz vurmadığı konusunda uyarıyorlar.
- Five tremors in excess of magnitude 5.0 on the Richter scale have shaken Japan just this week, but scientists are warning that the largest expected aftershock has yet to hit.
Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi.
- Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.
Şimdi dışarıya gelmen ve o tür bir şey söylemen yangına körükle gitmek olur.
- For you to come out and say that kind of thing now would just be pouring oil on the fire.
Ben şimdi bir silah sesi duydum.
- I heard a shot just now.
Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
- Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
Biz sadece dürüst oluyoruz.
- We were just being honest.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum.
- I just adore your new hat.
Her şey tam anlamıyla önceki gibi.
- Everything's just like before.
Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor.
- Tom has been managing just fine.
Tek kelimeyle harika görünüyor.
- It looks just perfect.
Tom kıl payı treni kaçırdı.
- Tom just missed the train.
Adalet sonunda galip gelecek.
- Justice will prevail in the end.
Merhametsiz adalet zulümdür, adaletsiz merhamet yok olmanın anasıdır.
- Justice without mercy is cruelty; mercy without justice is the mother of dissolution.
Yolculuğumuz; uzun, çetin ve tehlikeliydi. Yine de evlerimize sağ salim döndüğümüz için mutluyuz.
- Our trip was long, difficult and dangerous. We're just happy to be back home in one piece.
Henüz sabahın beşiydi ama yine de aydınlıktı.
- It's just five in the morning, but nevertheless it is light out.
Sadece yalnız bırakılmak istediler.
- They just wanted to be left alone.
Bu yalnızca onun şemsiyesi olmalı.
- This just has to be his umbrella.
Kesinlikle. Ancak onu teyit etmem gerekecek, lütfen sadece biraz bekleyin.
- Certainly. I will need to confirm it, however. Please wait just a moment.
Tom sadece arkadaş olmak istedi. Ancak, Mary çok daha fazlasını istedi.
- Tom wanted to be just friends. However, Mary wanted much more.
He calls it vermillion, but it's just red to me.
It is a just assessment of the facts.
It looks like a just solution at first glance.
The piece just might fit.
He wants everything just right for the big day.