Siz de ona önceden söyleyebilirsiniz.
- You may as well say it to him in advance.
Soruları önceden hazırlamak senin yararına olur.
- It would be to your advantage to prepare questions in advance.
Doğrusu, seni burada görmek büyük bir sürpriz.
- In fact, it's a great surprise to see you here.
Evimin önünde bir göl var.
- There is a lake in front of my house.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
Tom olaydan sorumlu komitede.
- Tom is on the committee in charge of the event.
Bundan ben sorumluyum.
- I am in charge of this.
Her şeyin sırayla olduğunu bulacağından eminim.
- I'm sure you'll find everything is in order.
Öğrenciler sırayla cevap verdi.
- The students answered in order.
Her halükarda, gideceğiz.
- In any case, we'll go.
Her halükarda seni ilgilendirmez.
- In any case, it's no business of yours.
Kısacası, ben katılmıyorum.
- In short, I disagree.
Kısacası, tüm çabalarımız boşa gitti.
- In short, all our efforts resulted in nothing.
Bolluk zamanlarında kıtlık zamanlarını hatırla.
- In times of abundance, remember the times of famine.
O zamanla başarılı olacak.
- He'll succeed in time.
Hepinizi sırayla dinleyeceğim.
- I'll hear all of you in turn.
Her öğrenci sırayla diplomasını aldı.
- Each student received his diploma in turn.
Ama sonra o Londra'da dilleri çalışan bir öğrenci olan Jane Wilde'a aşık oldu.
- But then he fell in love with Jane Wilde, a student studying languages in London.
Arkadaşının erkek kardeşine âşık oldu.
- She fell in love with her friend's brother.
Peşin ödemek zorundasın.
- You have to pay in advance.
Plan peşinen kabul edildi.
- The plan has been agreed to in advance.
Güneşli havaya rağmen, hava oldukça serindi.
- In spite of the sunny weather, the air was rather chilly.
Ben onun hatalarına rağmen, ona hayranım.
- I admire him, in spite of his faults.
Ondan çok hoşlanmıyorum, ben aslında ondan nefret ediyorum,
- I don't like him much, in fact I hate him.
Dört yaşındaki Amerikalı turist, aslında, Sichuan eyaletinin ünlü mayhoş mutfağına rağmen tamamen baharatlı sığır etinden yapılmamış olduğunu farkettiği için hayal kırıklığına uğradı.
- A four-year-old American tourist was disappointed to realize that, in fact, the Sichuan province is not entirely made of spicy beef, in spite of its famously piquant cuisine.
Aslında dilin kökeni hakkında birçok teori vardır, ama hiç kimse gerçekten bilmiyor.
- There are lots of theories about the origins of language, but, in fact, no one really knows.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Tom polise Mary'nin ölmeden önce söz konusu restoranda yemek yediğini söyledi.
- Tom told the police that Mary had eaten at the restaurant in question before she died.
Söz konusu kişi şu anda ABD'de kalıyor.
- The person in question is now staying in the Unites States.
O yayınlama için bir dergi hazırlanmasında sorumlu oldu.
- He was in charge of preparing a magazine for publication.
Bundan ben sorumluyum.
- I am in charge of this.
Maaşına ek olarak biraz geliri var.
- He has some income in addition to his salary.
İngilizceye ek olarak Almanca eğitimi yapmak istiyorum.
- I want to study German in addition to English.
Onlar yollarını kaybetme ihtimaline karşı yanlarında bir harita taşıdılar.
- They carried a map with them in case they should lose their way.
Geç kalma ihtimaline karşın acele et.
- Make haste in case you are late.
Kısacası, ben katılmıyorum.
- In short, I disagree.
Kısacası, o şirket için çalışmanı istemiyorum.
- In short, I don't want you to work for that company.
Zamanında gelemediği ortaya çıktı.
- It fell out that he could not come in time.
O, öğle yemeğinde zamanında olmak için babasına söz verdi.
- She promised her father to be in time for lunch.
Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
- I don't want to be involved in this affair.
Bitki yaşamı için, suya ek olarak güneş ışığı kesinlikle gereklidir.
- In addition to water, sunshine is absolutely necessary for plant life.
Maaşına ek olarak biraz geliri var.
- He has some income in addition to his salary.
O peşin olarak ödünç para aldı.
- He borrowed the money in advance.
Biletler peşin olarak 30 dolar ya da gösteri gününde 35 dolar.
- Tickets are $30 in advance, or $35 on the day of the show.
Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
- In any case you had better obey your parents.
Her halukarda, bu işi yarına kadar bitirmek zorundayım.
- In any case, I must finish this work by tomorrow.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Gelemediği takdirde, onun yerini almak zorunda kalacaksınız.
- You'll have to take his place in case he can't come.
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın halinde, merdivenleri kullan.
- In case of a fire, use the stairs.
Yangın olması halinde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- In case of whatever difficulty, you may ask.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Yangın durumunda bu camı kır.
- Break this glass in case of fire.
Gerçekten, o kiliseye gitmedi.
- In fact, he didn't go to the church.
Çocukken, Mary özellikle palyaçolar ve maymunlardan nefret ediyordu. Bu güne gelince, gerçekten, bu ,bir parça bile değişmedi.
- As a child, Mary particularly hated clowns and apes. To this day, in fact, that has not changed one bit.
Tom genelde tüm gün bilgisayarının karşısında oturur.
- Tom often sits in front of his computer all day.
Televizyonun karşısında uyudum.
- I slept in front of the TV.
Araba, binanın önüne park edildi.
- The car is parked in front of the building.
Evimin önünde bir postahane var.
- There is a post office in front of my house.
O, ona zaten âşık olmuştu.
- She was already in love with him.
Tüm kızlar Tom'a âşık olmuş gibi görünüyor.
- All the girls seem to have fallen in love with Tom.
Özellikle bir şiiri hatırlıyorum.
- I remember one poem in particular.
Yarın özellikle yapacak bir şeyim yok.
- I have nothing in particular to do tomorrow.
Doğru olan cümleleri değiştirmeyin. Yerine doğal görünen alternatif çeviriler ekleyebilirsiniz.
- Don't change sentences that are correct. You can, instead, submit natural-sounding alternative translations.
Bu ücretsiz tarayıcı eklentisini yüklemek ister misiniz?
- Do you want to install this free browser add-on?
Beni aramak istersin diye telefonumu bırakacağım.
- I'll leave my number in case you want to call me.
Birisi içeri girmeye çalışır diye kapıyı kilitledim.
- I locked the door, in case someone tried to get in.
O, teklifin lehindeydi.
- He was in favor of the proposition.
Ben önerinini lehindeyim.
- I am in favor of your proposal.
Ünlü bir fizikçi olmanın yanı sıra, o büyük bir romancıdır.
- In addition to being a famous physicist, he is a great novelist.
İngilizcenin yanı sıra, Almanca da konuşur.
- In addition to English, he speaks German.
Ayrıca, bir profesörle görüşmeliyim.
- In addition, I have to interview a professor.
O yakışıklıdır. Ayrıca sporda iyidir.
- He is handsome. In addition, he is good at sport.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Beni kiralamasına ilave olarak, bana biraz öğüt verdi.
- In addition to hiring me, he gave me a piece of advice.
Düzenli testler almaya ek olarak, bizim uzun bir deneme teslim etmemiz gerekiyor.
- In addition to taking the regular tests, we have to hand in a long essay.
Parayı peşin ödemeni istiyorum.
- I'd like you to pay the money in advance.
Kiranı peşin ödemelisin.
- Pay your rent in advance.
Yangın durumunda, çanı çal.
- In case of fire, ring the bell.
Bir deprem durumunda, gazı kapatın.
- In case of an earthquake, turn off the gas.
Yangın olduğu takdirde bu butona bas!
- Push this button in case of fire!
Tom hâlâ resmî olarak görevde.
- Tom is still officially in charge.
Bu görevden ben sorumluyum.
- I'm in charge of this mission.
Hiç ortak noktamız yok.
- We have nothing at all in common.
Hepimizin ortak noktası nedir?
- What do all have in common?
Onlar, ikiz olmalarına rağmen, çok sayıda ortak ilgileri yok.
- Though they're twins, they don't have many interests in common.
Tom ve Mary'nin ortak bir şeyi yok.
- Tom and Mary have nothing in common.
Aslında, balın yaratıcıları çiçeklerdir.
- In effect, flowers are the creators of honey.
Sokağa çıkma yasağı, sabah 6.00'ya kadar geçerlidir.
- The curfew is in effect until 6:00 in the morning.
Bu, esas itibariyle, bilimin sırrıdır.
- This, in essence, is the secret of science.
Onlar Bay Jones lehine oy vereceklerine ikna oldular.
- He is convinced that they will vote in favour of Mr Jones.
Tom Mary'nin önüne koyduğu şeyi yer.
- Tom eats anything Mary puts in front of him.
Tom insanların onun evinin önüne park etmelerini sevmiyor.
- Tom doesn't like it when people park in front of his house.
Tüm kurallar şirket politikasıyla uyumlu olmalı.
- All of the rules must be in line with company policy.
Senin planın bizim politikamızla uyumlu değil.
- Your plan is not in line with our policy.
Burada her şey yolunda.
- Everything's in order here.
O gelinceye kadar her şey yolundaydı.
- Everything was in order until he came.
My fat rolls around in folds.
He spoke in French, but his speech was simultaneously translated into eight languages.
Skirts are in this year.
Is Mr. Smith in?.
One in a million.
His speech was in French, but was simultaneously translated into eight languages.
The country reached a high level of prosperity in his first term.
John is in a coma.
In returning to the vault, I had no very sure purpose in mind; only a vague surmise that this finding of Blackbeard's coffin would somehow lead to the finding of his treasure.
What's that in?.
They said they would call us in a week.
In case of emergency, break glass.
He left his daughter in charge of watching her younger sisters.
This internet browser puts you in charge of your personal settings.
The closest affinities of the Jubulaceae are with the Lejeuneaceae. The two families share in common: (a) elaters usually 1-spiral, trumpet-shaped and fixed to the capsule valves, distally.
My cousin and I have a grandfather and grandmother in common.
An in depth analysis.
Until the new guidelines come out, the old rules are still in effect.
People think tomatoes are vegetables, but, in fact, they are fruits.
Many people are in favor of capital punishment.
Both parties met in front of the Castle, the torch-bearers numbering nearly one hundred.
Not in front of the children!.
Several people are in front of me in line. The woman next in front of me is older, probably in her fifties.
Please stand in line for the pledge of allegiance.
I'm waiting in line at the bakery.
He's in line to be the next champion.
rescues are usually organized by local garden clubs, but before you grab your shovel and head for the door, check with local government agencies to make sure you're in line with regulations. — Garden Superheroes, Garden Gate, Jan/Feb 2006, Issue 67, p.45.
Romeo was in love with Juliet.
I'm not exactly in love with the idea of having to start again from scratch.
Isn't it nice to see two people in love?.
Place the cards in order by color, then by number.
His material is in order for the presentation.
Now that we have finally finished, I think a celebration is in order.
They sang in order, ending with a basso profundo.
She stood in order to see over the crowd. / She stood to see over the crowd.
He is in essence a reclusive sort.
He seems to be very angry all the time but at heart is is a very gentle person.