i̇şsiz

listen to the pronunciation of i̇şsiz
Турецкий язык - Английский Язык
out of job

How long has John been out of job?.

{s} unemployed, not employed, out of work, jobless
işsiz
(Hukuk) unemployed

The number of unemployed college graduates amounts to more than 4000. - İşsiz üniversite mezunlarının sayısı 4000 den fazladır

Tom is an unemployed security guard. - Tom işsiz bir güvenlik görevlisidir.

işsiz
jobless

The number of jobless is at an all time high. - İşsiz sayısı tüm zamanların en yükseğindedir.

The jobless rate in Japan was 3.4 percent in September 2015. - Japonya'da işsizlik oranı Eylül 2015'te yüzde 3.4 idi.

{i} occupation

My brother has no occupation now. - Erkek kardeşimin şu anda işi yok.

What is your occupation? What do you do here? - İşin ne ? Burada ne yapıyorsun?

business

My father is a businessman. - Babam bir iş adamıdır.

There were hundreds of taxis at the airport, all touting for business. - Havaalanında yüzlerce taksi vardı,hepsi iş için çığırtkanlık yapıyorlardı.

job

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine pachinko oynayarak tüm vaktini harcıyor.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

work

After one or two large factories have been built in or near a town, people come to find work, and soon an industrial area begins to develop. - Kasabada veya kasabanın yakınında bir veya iki büyük fabrika kurulduysa, insanlar iş bulmaya gider, ve yakında bir endüstriyel alan büyümeye başlar.

He is my working mate. - O benim iş arkadaşımdır.

işsiz
off the job
işsiz
loafer
işsiz
idler
işsiz
without occupation
işsiz
runabout
işsiz
unemployed, out of work
işsiz
out of work

By 1897, thousands of people were out of work. - 1897'de binlerce kişi işsizdi.

They are out of work now. - Onlar şimdi işsizler.

işsiz
unemployed, out of work; unemployed person, person out of work
işsiz
unoccupied
işsiz
workless
affair

Don't meddle in his affairs. - Onun işlerine karışmayın.

I'll look after your affairs when you are dead. - Öldüğün zaman, senin işlerine ben bakacağım.

assignment

I have a lot of assignments to do today. - Bugün yapacak çok işim var.

I couldn't finish my assignments. - İşlerimi bitiremedim.

employment

She found employment as a typist. - O bir daktilocu olarak iş buldu.

Everyone has the right to work, to free choice of employment, to just and favourable conditions of work and to protection against unemployment. - Her şahsın çalışmaya, işini serbestçe seçmeye, adil ve elverişli çalışma şartlarına ve işsizlikten korunmaya hakkı vardır.

{i} cause

All the same, we still need a scientific account of how exactly pains are caused by brain processes. - Buna rağmen, bizim hâlâ ağrıların beyin işlemleri tarafından tam olarak nasıl neden olduğu hakkında bilimsel bir açıklamaya ihtiyacımız var.

The recession caused many businesses to close. - Durgunluk birçok işletmenin kapanmasına neden oldu.

{i} shop

My mother does her usual shopping on her way home from work. - Annem işten eve gelirken günlük alışverişini yapar.

I had to do all the housework, but I wish I had gone to the movies or shopping. - Bütün ev işlerini yapmak zorunda kaldım, ama keşke sinemaya ya da alışveriş yapmaya gitseydim.

{i} appointment

I canceled my appointment because of urgent business. - Acil bir işten dolayı randevumu iptal ettim.

Here is your appointment card. - İşte, randevu kartınız.

occupation, line of work, work
work, labor
occupational; regulation
task

To rule a country is not an easy task. - Bir ülkeyi yönetmek kolay bir iş değildir.

I cooperated with him in the task. - Görevde onunla işbirliği yaptım.

work; job, occupation, profession, work, appointment, employment, calling, pursiut; duty; labour, labor; business; service; trade; profit, benefit; act, doing, deed; matter, affair; fuck, screw
{i} commerce

Many small business owners belong to a chamber of commerce. - Birçok küçük işletme sahipleri bir ticaret odasına aittir.

The soul of commerce is upright dealing. - Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.

{i} mission

Tom abandoned the mission and quit his job. - Tom görevini terk etti ve işinden ayrıldı.

I have a mission to accomplish. - Yapacak bir işim var.

{i} doing

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

You know what my idiot son's doing? Even now he's graduated from university he spends all his time playing pachinko instead of getting a job. - Aptal oğlumun ne yaptığını biliyor musun? Şimdi bile o üniversiteden mezun olup iş bulmak yerine tüm zamanını pachinko oynayarak geçiriyor.

işsiz
leisure
işsizler
{i} jobless
gig

She has a gigantic appetite. - Onun devasa bir iştahı vardır.

function

This chart illustrates the function of ozone layer. - Bu tablo ozon tabakasının işlevini gösteriyor.

A function that is differentiable everywhere is continuous. - Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.

{i} show

She shows no zeal for her work. - O, işi için hiç gayret göstermedi.

I want a hot shower before I go back to work. - İşe geri dönmeden önce sıcak bir duş istiyorum.

{i} piece

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

John claimed that the dishonest salesman had tricked him into buying a useless piece of machinery. - John sahtekâr satıcının işe yaramaz bir makine parçasını alırken onu kandırdığını iddia etti.

working

I'm tired of working a nine-to-five job. - Dokuz-beş işinde çalışmaktan bıktım.

If you really need a job, why don't you consider working for Tom? - Eğer gerçekten bir işe ihtiyacın varsa, niçin Tom için çalışmayı düşünmüyorsun?

(Ticaret) shirking
trouble

I had some trouble with the work. - İşle ilgili biraz sorunum var.

The word processor will save you a lot of trouble. - Kelime işlemci seni birçok dertten kurtaracak.

line

Your plan sounds good, but the bottom line is: will it bring us more business? - Planın iyi görünüyor fakat asıl önemli olan şu: bize daha çok iş getirir mi?

If you are a parent, don't allow yourself to set your heart on any particular line of work for your children. - Eğer bir ebeveyn iseniz, çocuklarınız için belli bir iş dalını çok istemenize izin vermeyin.

hold

Tom was unable to hold a job or live by himself. - Tom bir iş bulamadı ya da tek başına yaşayamadı.

He is holding up her work. - O onun işini engelliyor.

(Ticaret) labor

The labor unions had been threatening the government with a general strike. - İşçi sendikaları hükümeti genel grevle tehdit etmekteydi.

They will organize a labor union. - Bir işçi sendikası düzenleyecekler.

errand

The boy often runs errands. - Çocuk sık sık getir götür işleri yapar.

I have an errand to do in town. - Kasabada yapacak bir işim var.

project

Mr Tom Jones has agreed to serve as the project leader for this new work item. - Bay Tom Jones bu yeni iş için proje lideri olarak görev yapmayı kabul etti.

He planned the project along with his colleagues. - O ,projeyi iş arkadaşlarıyla birlikte planladı.

workings
(Ticaret) engagement
işsiz
swagger
işsiz
(Ticaret) redundant
işsiz
yield
işsiz
unemployed person
işsiz
end
işsiz
jobless person
işsiz
person out of work
işsizler
unemployed
serbest işsiz
at liberty
trade

In the Tokyo stock market, stocks of about 450 companies are traded over the counter. - Tokyo borsasında, yaklaşık 450 şirketin hisse senetleri sayaç üzerinde işlem gördü.

Do you want to trade jobs? - İşleri takas etmek ister misin?

deal

I have a great deal to do. - Yapacak çok işim var.

I have a great deal to do tonight. - Bu gece yapacak çok işim var.

dealings

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

post

When my interview was postponed until 3, I wandered around killing time. - İş görüşmem ertelenince saat 3'e kadar boş boş gezdim.

I postponed doing my housework for a few hours. - Ben, birkaç saatliğine ev işimi yapmayı erteledim.

commission
operation

VISUACT supports flexibly the varied environments and needs of our customers and offers a variety of operational procedures. - VISUACT çeşitli ortamları ve müşterilerimizin ihtiyaçlarını esnek şekilde destekler ve operasyonel işlemleri sunar.

The two main operations in calculus are the integral and the derivative. - İntegral ve türev, kalkülüs'te iki ana işlemdir.

occupational
concern

So far as he was concerned, things were going well. - Bildiği kadarıyla işler yolunda gidiyordu.

Tom always meddles in affairs that do not concern him. - Tom her zaman kendini ilgilendirmeyen işlere karışır.

position

He has a good position in a government office. - Hükümet konağında iyi bir işi var.

He occupies a prominent position in the firm. - O, firmada önemli bir konumu işgal eder.

situation

I've got a situation to deal with. - İlgilenecek bir işim var.

This situation would suit Tom. - Bu durum Tom'un işine gelir.

transaction

This transaction was carried out in yen, rather than US dollars. - İşlem ABD dolarından daha ziyade yenle gerçekleştirilmiştir.

I have to close this transaction within a week. - Bir hafta içinde bu işlemi kapatmak zorundayım.

duty

Your duty is to save your country from a foreign invasion. - Senin görevin ülkeni bir yabancı işgalinden kurtarmak.

It's your duty to finish the job. - İşi bitirmek sizin göreviniz.

undertaking
field

Computers have invaded every field. - Bilgisayarlar her yeri işgal etti.

deed

You have to turn words into deeds. - Sözleri işlere çevirmek zorundasın.

Desperate needs lead to desperate deeds. - Umutsuz ihtiyaçlar umutsuz işlere yol açar.

act

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

He's active doing charity work. - O hayır işi yapmada aktiftir.

shebang
action

Union members will vote today on whether to take industrial action. - Bugün sendika üyeleri iş yavaşlatma eylemi yapıp yapmayacaklarını oylayacak.

To all appearances, their actions haven't borne fruit. - Görünüşe bakılırsa, onların eylemleri işe yaramadı.

matter

Tom is not a lazy boy. As a matter of fact, he works hard. - Tom tembel bir çocuk değildir, İşin aslına bakarsanız, o çok çalışır.

I am going to ascertain the truth of the matter. - Ben işin aslını anlayacağım.

workpiece
pursuit
Labour
avocation
işsiz
idle
işsiz
otiose
{i} place

This seems to be a pretty busy place. - Bu oldukça işlek bir yer gibi görünüyor.

This seems to be a busy place. - Bu işlek bir yer gibi gözüküyor.

biz
activity

Tatoeba should not admit as collaborators those who only wish to denigrate its image and demean its activity. - Tatoeba, yalnızca imajını kötülemek ve faaliyetini aşağılamak isteyenleri işbirlikçi olarak kabul etmemeli.

Tom is showing no signs of brain activity. - Tom hiçbir beyin aktivitesi işareti göstermiyor.

{i} calling

I don't like my wife calling me at work. - Karımın beni iş yerinde aramasından hoşlanmam.

I'm calling in sick tomorrow. - Yarın işten hastalık izni alıyorum.

of work
the work
{s} regulation

Regulations protect workers. - Düzenlemeler işçileri korur.

There need to be new regulations for export businesses. - İhracat işletmeleri için yeni düzenlemeler olmalı.

buisness
işsiz
out-of-work
grev nedeniyle işsiz kalmak
(Ticaret) be unemployed due to a strike
handiwork
job; things to do
work , job
way of behaving; course of action
the important thing; the chief problem
duty, job
metier
stint
phys. work
job, employment, work
ergo
dealing

I keep a daily record of my business dealings. - İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.

This company has many business dealings abroad. - Bu şirketin yurt dışında birçok iş anlaşmaları vardır.

event, something
business, trade, commerce
(Hukuk) labour, work
doings
task; occupation
profession

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş çıkardı.

Layla did a professional job. - Leyla profesyonel bir iş yaptı.

slang trick
business, matter, affair
secret or dubious side (of an affair)
establishment

This establishment attracts a clientele of both tourists and businessmen. - Bu şirket hem turistlerden hem de iş adamlarından müşteri çekiyor.

office

I have an important business to attend to in my office. - Ofisimde ilgilenecek önemli bir işim var.

Having finished my work, I left the office. - İşimi bitirdikten sonra bürodan ayrıldım.

ball game
elbow
enterprise

He has always associated with large enterprises. - O her zaman büyük işletmeler ile ilişki kurmuştur.

The success of the enterprise astonished everybody. - İşletmenin başarısı herkesi şaşkına çevirdi.

{i} service

May I be of further service? - Bir işe yarayabilir miyim?

In the United States, 20 million new jobs have been created during the past two decades, most of them in the service sector. - Amerika Birleşik Devletlerinde, geçtiğimiz yirmi yıl boyunca 20 milyon yeni iş yaratılmıştır, onların çoğu hizmet sektöründedir.

things to do

I've got better things to do than to keep track of what Tom's doing. - Tom'un yaptıklarını izlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

I have better things to do than stand here and take your insults. - Burada durmak ve senin hakaretlerini dinlemekten daha iyi yapacak işlerim var.

berth
gig#
traffic

My father was late for work this morning because of a traffic jam. - Babam bu sabah trafik sıkışıklığı nedeniyle işe geç kaldı.

We must pay attention to traffic signals. - Trafik işaretlerine dikkat etmeliyiz.

load

Here comes another bus load of tourists. - İşte başka bir otobüs dolusu turist geliyor.

Tom was so loaded with work that he would forget to eat. - Tom işle o kadar çok meşguldü ki yemek yemeyi unutacaktı.

incumbency
piece of work

Tom is a real piece of work. - Tom işin gerçek bir parçası.

You really are a piece of work. - Sen gerçekten işin bir parçasısın.

{i} works

He works best at this job. - O, eniyi bu işi yapar.

The mandatory character of schooling is rarely analyzed in the multitude of works dedicated to the study of the various ways to develop within children the desire to learn. - Eğitimin zorunlu karakteri çocukların içinde öğrenme arzusu geliştirmek için çeşitli şekillerde çalışmaya adanmış işlerin çokluğunda nadiren analiz edilir.

{i} ploy
{i} spindle
{i} billet
işsiz
offthejob
işsiz
vacuous
işsiz güçsüz
at an end
işsiz güçsüz
idled
işsiz güçsüz
idle
işsiz güçsüz dolaşmak
gallivant around
işsiz güçsüz idle
with nothing to do
işsiz kalmak
be vacated
işsiz olmak
to be out of work
işsizler
the unemployed
Турецкий язык - Турецкий язык
(Osmanlı Dönemi) BATTAL
işsiz
İşi olmayan: "Ben kendimi faydalı bir adam farz ettiğim hâlde, sen kendini niçin işsiz ve tufeyli sayıyorsun?"- K. Tahir
işsiz
İşi olmayan
Emek, işçilik, ustalık. İşlem
Herhangi bir maksatla kurulan düzen
Kamu yararına yapılan işler
Sanayi, ticaret, tarım, maliye vb. alanlara ilişkin ekonomik etkinliklerin bütünü
Gizli sebep veya maksat
Uğraş
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek: "Sonunda bir iş buldum."- S. F. Abasıyanık. İş yeri: "Kalk yavrum, işe geç kalacaksın."- S. F. Abasıyanık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey
Bir kimseye özgü olan görüş, anlayış
Bir değer yaratan emek
Bazı deyimlerde "yarar, çıkar" anlamında kullanılır
Sorun, konu, mesele, maslahat
Emek, işçilik, ustalık
Nakış, örgü gibi elde yapılan şey: "Komşu kadın elindeki işini dizine bırakıp geline döndü."- M. Ş. Esendal
İş yeri
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma
Bir sonuç elde etmek, herhangi bir şey ortaya koymak için güç harcayarak yapılan etkinlik, çalışma: "İş bittikten sonra denize karşı sigara içilir."- S. F. Abasıyanık
Yapılan şey, davranış
İşlem

İşlemeyen demir pas tutar. - İşleyen demir paslanmaz.

Sorun, konu, mesele, maslahat: "Etrafın gülüşmeleri arasında iş anlaşıldı."- H. C. Yalçın
Bir kuvvetin uygulanma noktasını hareket ettirirken harcadığı güç
Herhangi bir maksatla kurulan düzen: "İşlerini bırakmışlar, dükkânlarını kapamışlar, akın akın şehri terk edip gidiyorlardı."- Y. K. Karaosmanoğlu
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev: "Şimdi Mısır'a memuru olduğum bankanın bir işi için geldim."- Ö. Seyfettin
Herhangi bir yere düzen verici, günlük yaşayışı sağlayıcı her türlü çalışma
Geçim sağlamak için herhangi bir alanda yapılan çalışma, meslek
Ticari anlaşma, alışveriş
Gizli sebep veya maksat: "Çoktandır köylünün şurada burada yayıp gezeceği ehemmiyetli bir iş, bir keramet gösterememişti."- R. H. Karay
Birinden istenen hizmet veya birine verilen görev
işsiz
boş
işsiz
farik
işsiz güçsüz
Yapacak hiçbir işi olmayan veya iş tutmayan
İş
(Osmanlı Dönemi) BÂB