içteki

listen to the pronunciation of içteki
Турецкий язык - Английский Язык
inside
interior
inner
interior

He made over the interior of his house. - O, evinin içini yeniletti.

He studied interior decoration. - O, iç dekorasyon eğitimi aldı.

{s} domestic

The Government's domestic policy was announced. - Hükümetin iç politikası açıklandı.

My father is a pilot on the domestic line. - Babam iç hatlarda çalışan bir pilot.

inner

There's a button on the inner side of the door. - Kapının iç tarafında bir buton var.

I had my wallet stolen from my inner pocket. - İç cebimden cüzdanımı çaldırdım.

{s} internal

That is an internal affair of this country. - O, bu ülkenin iç işidir.

That politician is well versed in internal and external conditions. - O politikacı iç ve dış koşullarda deneyimlidir.

{i} inside

There are two zombies inside my house. - Evimin içinde iki tane zombi var.

Yuriko, a marine biology grad student, fell asleep inside a fish tank and awoke covered in octopuses and starfish. - Yuriko deniz biyolojisinden mezun bir öğrenci, bir balık tankının içinde uykuya daldı ve ahtapotlar ve deniz yıldızları ile kaplı olarak uyandı.

intrinsic
interrior
interior equipment
offal
internus
intestines
stomach

Drinking on an empty stomach is bad for your health. - Boş mideyle içki içmek sağlığa zararlıdır.

You shouldn't drink on an empty stomach. - Boş bir mideyle içki içmemelisin.

indoor

Tom sometimes wears sunglasses indoors. - Tom bazen içerde güneş gözlüğü takar.

Catherine stayed indoors because it was raining. - Yağmur yağdığı için Catherine içerde kaldı.

{f} swig

He drank a great swig from the bottle. - O, şişeden büyük bir yudum içti.

If I don't drink a swig of water, I can't swallow these tablets. - Eğer bir yudum su içmezsem bu hapları yutamam.

in
knock back
{i} within

The school is within walking distance of my house. - Okul evimin yürüme mesafesi içerisindedir.

She will be back within a week. - O bir hafta içinde geri dönecek.

endo-
intra

We have to measure your intraocular pressure. Please open both eyes wide and look fixedly at this object here. - Göz merceğiniz içindeki baskıyı ölçmeliyiz. Lütfen iki gözünüzü genişçe açın ve sabit bir şekilde buradaki bu objeye bakın.

inland
{f} drink

Do you have alcohol-free drinks? - Alkolsüz içecekleriniz var mı ?

Most Japanese drink water from the tap. - Çoğu Japon, suyu musluktan içer.

quaff
{f} drinking

Too much drinking will make you sick. - Çok fazla içmek seni hasta edecek.

It's possible that the drinking water has chlorine, lead, or similar contaminants in it. - İçme suyunda klor, kurşun ya da benzer kirletici madde bulunması mümkün.

drank

To compensate for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than was good for him. - Hastanedeki hoş olmayan deneyimlerini telafi etmek için Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

To make up for his unpleasant experiences in the hospital, Tom drank a little more than he should have. - Hastanedeki kötü deneyimlerini telafi etmek için, Tom içmesi gerekenden biraz daha fazla içti.

stuffing
bowels
en içteki
innermost
stuffing, filling (material used to stuff or fill something)
the interior, the inside, the inner part or surface
domestic, internal (as opposed to foreign)
core
inward

We have become an intolerant, inward-looking society. - Biz hoşgörüsüz, içe dönük bir toplum olduk.

The Japanese are often criticized for being inward looking and insufficiently international in their outlook. - Japonya görünüşte içe dönük ve yetersiz uluslararası yapıya sahip olduğundan dolayı sık sık eleştirilmektedir.

intestine
inland (as opposed to coastal)
(a person's) true self, heart, soul: Merak etme, Safigül'ün içi temiz. Don't worry, Safigül's a good soul at heart. Eğer içinde varsa, bir yolunu bulup üniversiteyi bitirir. He'll find a way to finish university, if he really wants to do so
inner, inside; interior; internal
guts

People often spill their guts to bartenders. - İnsanlar genellikle içlerini barmenlerinine dökerler .

No one seems to have the guts to do that anymore. - Artık hiç kimsenin onu yapmak için cesareti var gibi görünmüyor.

inner part (of a nut or seed), kernel; inner part (of a fruit), meat, flesh
insides, innards (internal organs of a person or animal)
inlying
civil

The civil war in Greece ended. - Yunanistan'da iç savaş sona erdi.

While the civil war went on, the country was in a state of anarchy. - İç savaş sırasında, ülke anarşik bir durum içindeydi.

inside, interior; stomach, intestines, offal; heart, mind; internal, interior, inner, inside; domestic, home
refill

Tom held his cup out for Mary to refill it. - Tom Mary'nin onu yeniden doldurması için kupasını uzattı.

Tom held out his cup for a refill. - Tom yeniden doldurulması için fincanını uzattı.

(Hukuk) domestic, inner, internal
inside , internal , intrinsic
endo
{i} kernel

Virtual memory is a memory management technique developed for multitasking kernels. - Sanal bellek çoklu görev çekirdekleri için geliştirilmiş bir bellek yönetim tekniğidir.

biennial
knockback
entrails
inset
breast

I'd like to have a test for breast cancer. - Göğüs kanseri için bir test yaptırmak istiyorum.

2005 was a bad year for music sector. Because Kylie Minogue caught breast cancer. - 2005, müzik sektörü için kötü bir yıldı. Çünkü Kylie Minogue meme kanserine yakalandı.

juvenilia
nucleus

Helium is the second simplest atom. It consists of a nucleus containing 2 protons and two neutrons. Around the nucleus orbits 2 electrons. - Helium ikinci en basit atomdur. O, iki proton ve iki nötron içeren bir çekirdekten oluşur. Çekirdek etrafında 2 elektron döner.

Турецкий язык - Турецкий язык

Определение içteki в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Pirinç, soğan ve baharatla hazırlanan, dolmalarda kullanılan karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevi varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri: "İçimizdeki sevinçleri, kederleri paylaşacak insan nerde?"- S. F. Abasıyanık
Dolma yapmak için hazırlanan karışım
Kabuğu olan veya dışı kabuk durumunda bulunan yiyeceklerde kabuğun sardığı bölüm
Harem dairesi
Değişik yemeklerde kullanılmak üzere et ile sebzelerin ince kıyımının karıştırılması ve yoğrulmasıyla meydana getirilen karışım
Akıl, gönül, irade gibi insanın manevî varlığını oluşturan şeylerden herhangi biri
Muhteva

Lütfen muhtevayı gözden geçiriniz ve herhangi bir mütenasip geri bildirimi veriniz. - Lütfen içeriği gözden geçiriniz ve herhangi uygun bir geri bildirim veriniz.

Şayet bir şeyi anlamıyorsanız, onun muhtevasının farkında olmamanızdandır. - Eğer bir şeyi anlamıyorsanız, onun içeriğinin farkında olmamanızdandır.

İki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan
Kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne
Mide, bağırsak, karın
Bir ülke, şehir, topluluk vb.nde olan veya yapılan
İnsanın manevî varlığıyla ilgili olan
Cisimlerin yüzeyleri arasında kalan her nokta
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı
Somut kavramlarda iki veya ikiden çok şeyde merkeze daha yakın olan: "İç kapının perdesi yanlara doğru açıldı."- P. Safa. İnsanın manevi varlığıyla ilgili olan
Oyuk olan veya oyuk sayılabilen şeylerin boşluğu
Ten ile dış giysiler arası: "Boynumda kalın yün atkı, içimde çift kat fanila, gene de titriyorum."- E. Bener
Toplu bir durumda bulunan kimse veya nesnelerin arasında bulunan kimse veya nesne: "Ama hepiniz, hepiniz / Hepiniz geçim derdinde / Bir ben miyim keyif ehli içinizde?"- O. V. Kanık
Bir ülkede, şehirde, toplulukta vb.de olan veya yapılan
Herhangi bir durumun, cismin veya alanın sınırları arasında bulunan bir yer, dâhil, dış karşıtı: "Deniz gecenin içinde, gece denizin içindedir."- Ç. Altan
Ten ile dış giysiler arası
derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Kalb, vicdan, gönül
İÇ
(Osmanlı Dönemi) t. Herşeyin içerisi, dâhil, derun
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin görünmez ciheti, bâtın
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Harem dairesi
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Karın, mide
İÇ
(Osmanlı Dönemi) Bir şeyin ortasındaki kısım, göbek
İç
(Osmanlı Dönemi) ZAMİR
içteki
Избранное