If you don't hurry you wont finish on time.
Eve gitmek için acelesi vardı.
- She was in a hurry to go home.
Aceleyle havaalanına gitti.
- He went to the airport in a hurry.
Acele etmek zorunda olmadığımızı söyledim.
- I said we don't have to hurry.
Acele etmek zorunda değilsiniz.
- You don't have to hurry.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
- John was in such a hurry that he had no time for talking.
Misafirlerimiz bir telaş içindeler.
- Our guests are in a hurry.
Mary çabucak hastaneye gitti.
- Mary hurried to the hospital.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Ayıracak zamanları olmadığından dolayı aceleyle kasabaya geri döndüler.
- Because they had no time to spare, they hurried back to town.
Ben acele etmek için herhangi bir neden görmüyorum.
- I don't see any reason for hurrying.
Acele etmen için bir amacın yoksa acele etme.
- Don't hurry if there's no purpose to your hurrying.
Nick otobüsü yakalamak için acele etti.
- Nick hurried to catch the bus.
Trene zamanında yetişmek için acele etti.
- He hurried so as to be in time for the train.
Acele etmek hataların yapılmasına yol açar.
- Hurrying leads to mistakes being made.
Ben acele etmek için herhangi bir neden görmüyorum.
- I don't see any reason for hurrying.
Çabuk ol, yoksa uçak sensiz gidecek.
- Hurry, or the plane will leave you behind.
Tom, çabuk ol. Geliyorum!
- Tom, hurry up. I'm coming!
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın.
- Hurry up or you'll miss the train.
Acele et, yoksa treni kaçıracaksın.
- Hurry up, or you'll miss the train.
Kompozisyon aceleyle yazılmış, bu nedenle o muhtemelen hatalarla doludur.
- The composition has been written hurriedly, so it's probably full of errors.
Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
- At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
O bunu telaşla yazdı.
- He wrote it hurriedly.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.
İşi hızlandırmak zorunda kaldım.
- I had to hurry the work.