Определение hoş в Турецкий язык Английский Язык словарь
- fine
I think you look fine.
- Bence hoş görünüyorsun.
If you don't want to have any more contact with Tom, that's fine with me.
- Tom'la daha fazla kontak kurmak istemiyorsan, benim için hava hoş.
- nice
These are two nice pictures.
- Bunlar iki hoş resimdir.
I saw a red car and a white one. The red one was nicer looking than the white one.
- Bir kırmızı araba ve bir beyaz olanı gördüm.Kırmızı olan beyaz olandan daha hoş görünüyordu.
- pretty
She's as pretty as her sister.
- O, kız kardeşi kadar hoştur.
Excited girls look pretty sometimes.
- Heyecanlı kızlar hoş görünebilir.
- pleasant
Her voice is pleasant to listen to.
- Sesi dinlemek için hoş.
You were so nice to me, and I had a really pleasant trip. Thanks so much.
- Bana karşı çok naziktin, ve ben gerçekten hoş bir yolculuk yaptım. Çok teşekkür ederim.
- handsome
- beautiful
It's very pleasant to live in a beautiful city at the foot of a mountain ridge.
- Bir dağ sırtı eteğinde güzel bir şehirde yaşamak çok hoştur.
He likes the most beautiful flower.
- O en güzel çiçekten hoşlanır.
- nicely
- delectable
- likable
I think I'm a likable guy.
- Hoş bir adam olduğumu düşünüyorum.
- agreeable
The secretary gave me an agreeable smile.
- Sekreter bana hoş bir gülümseme verdi.
She has an agreeable voice.
- Onun hoş bir sesi var.
- likeable
- sweet
Roses emanate a sweet fragrance.
- Güller tatlı hoş bir koku yayıyorlar.
This sweet-scented roses I give to you.
- Bu hoş kokulu gülleri sana veriyorum.
- prettily
- pleasant, nice, agreeable, pleasing, genial
- charming
- smooth
- fragrant
- quaint, charmingly unconventional
- affable
- anyway, anyhow: Hoş, bunu biliyordum. I knew this anyway
- even if: Hoş, param da olsa almazdım. Even if I had the money I wouldn't buy it
- (used with bir) strange, odd, peculiar: O şarkıyı duyunca Durmuş'un yüzü bir hoş oldu. When he heard that song Durmuş got an odd look on his face. Midem bir hoş. My stomach feels funny. Avni'nin söylediklerine hiç aldırma; kafası bir hoştur. Don't pay any attention to what Avni says; he's touched in the head
- pretty, lovely, pleasant, charming, nice, cute, genial, appealing, delightful, pleasing, agreeable; enjoyable, pleasurable; nicely; still, however, yet, nevertheless, even, well
- canny
- debonair
- lovely
You're such a lovely audience.
- Siz çok hoş bir seyircisiniz.
It was a lovely autumn evening.
- O hoş bir sonbahar akşamı idi.
- desirable
- debonaire
- sweetly
- delightful
Orange blossoms have a relaxing effect and a delightful scent.
- Portakal çiçekleri rahatlatıcı bir etki ve hoş bir kokuya sahiptir.
It is delightful to be praised by an expert in the field.
- Alandaki bir uzman tarafından takdir edilmek hoş.
- congenial
- bonny
- well
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
Food you eat that you don't like will not be digested well.
- Hoşlanmadan yediğiniz yiyecekler iyi sindirilmeyecektir.
- enjoyable
He thanked his host for a most enjoyable party.
- O, en hoş bir parti için, ev sahibine teşekkür etti.
- delicious
We thoroughly enjoyed the delicious meal.
- Biz lezzetli yemekten epeyce hoşlandık.
- clean cut
- elegant
How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon?
- Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?
- {s} nifty
- slick
- cheerful
- nevertheless
- cute
Don't you think Mary's cute?
- Mary'nin hoş olduğunu düşünmüyor musun?
You're pretty cute too.
- Sen de oldukça hoşsun.
- inviting
- however
Tom doesn't like Mary. However, she doesn't particularly care whether he likes her or not.
- Tom Mary'den hoşlanmıyor. Ama onun ondan hoşlanıp hoşlanmadığı özellikle onun umurunda değil.
Hamlet probably didn't want to get married. There was only one Hamlet, however there are many people like him.
- Hamlet muhtemelen evlenmek istemiyordu.Sadece bir Hamlet vardı fakat ondan hoşlanan bir sürü insan var.
- appealing
- still
Do you still hate Esperanto?
- Hala Esperanto dilinden hoşlanmıyor musunuz?
I still like to write in Esperanto.
- Hala Esperanto dilinde yazmaktan hoşlanıyorum.
- rosy
- dilly
- soft
- civilized
- yet
I'm not satisfied yet.
- Henüz hoşnut değilim.
I don't know Tom well enough to dislike him yet.
- Ondan hoşlanmamak için Tom'u henüz yeterince iyi tanımıyorum
- dulcet
- savoury
- genial
- gracious
- sugary
- musical
- melodic
- dolce
- fair
My grandmother used to tell me pleasant fairy tales.
- Büyükannem bana hoş peri masalları anlatırdı.
I'm fairly certain that Tom won't like that.
- Tom'un ondan hoşlanmayacağından oldukça eminim.
- stunning
- nicety
- piquant
- mellow
- attractive
- graceful
- grand
Tom enjoys watching baseball games on TV with his grandfather.
- Tom dedesiyle TV'de beyzbol maçları izlemekten hoşlanır.
My grandparents enjoy playing croquet.
- Büyükbaba ve büyükannelerim kroket oynamaktan hoşlanırlar.
- amusing
- gorgeous
- palatable
- hoş geldin
- Welcome
Welcome to the machine.
- Makineye hoş geldiniz.
Welcome to San Francisco.
- San Francisco'ya hoş geldiniz.
- hoş karşılama
- welcome
- hoş olmayan
- {s} unpleasant
We had an unpleasant experience there.
- Orada hoş olmayan bir deneyim yaşadık.
If you know that something unpleasant will happen, that you will go to the dentist for example, or to France, then that is not good.
- Hoş olmayan bir şey olacağını biliyorsan, örneğin dişçiye gideceğini, ya da Fransa'ya, öyleyse bu iyi değil.
- hoş geldiniz
- welcome
Welcome to San Francisco.
- San Fransisko'ya hoş geldiniz.
Welcome to the machine.
- Makineye hoş geldiniz.
- hoş görmek
- tolerance
- hoş görmek
- connive
- hoş görmek
- condone
- hoş söz
- pleasantry
- hoş bu
- like this
- hoş bulduk
- We found a nice
- hoş gelmek
- Welcome to
- hoş bir şekilde
- nicely
- hoş bir şekilde
- sweetly
- hoş bulduk! Thank you!
- (said in reply to a welcoming greeting)
- hoş geldiniz! Welcome!
- (said to an arriving guest)
- hoş geçinmek
- to get on well (with)
- hoş görmek
- to be tolerant of, overlook, condone
- hoş görmek
- to tolerate, to allow, to condone
- hoş görmemek
- to disapprove
- hoş görünen
- candied
- hoş görünüşlü
- personable
- hoş karşılamak
- welcome
- hoş karşılamak
- look with favor on
- hoş karşılamak
- to approve, to connive
- hoş karşılamak
- to assent to, give one's assent to
- hoş karşılamama
- scunner
- hoş karşılamamak
- go ill with smb
- hoş karşılanabilir
- non objectionable
- hoş karşılanabilir
- excusable
- hoş karşılanmayan
- unwelcome
- hoş karşılanmayan
- undesirable
- hoş karşılanır
- approvable
- hoş kokmak
- relish
- hoş koku
- sweetness
- hoş koku
- redolence
- hoş kokulu
- balmy
- hoş kokulu
- odoriferous
- hoş kokulu
- odorous
- hoş kokulu
- sweetscented
- hoş kokulu çiçek
- sweet-smelling flower
- hoş olmayan
- unpalatable
- hoş olmayan
- unlikeable
- hoş olmayan
- ungracious
- hoş olmayan
- objectionable
- hoş olmayan
- unlikable
- hoş olmayan
- disagreeable
- hoş olmayan durum
- unpleasantness
- hoş sesli
- euphonious
- hoş tat vermek
- relish
- hoş tavırlar
- amenity
- hoş tutmak
- to be nice to, make (someone) feel welcome
- hoş yanlar
- niceties
- hoş şey
- nuts [sl.]
- hoş şey
- number
- hoş şey
- nice thing
- kulağa hoş gelen
- dulcet
- hoş sohbet
- sociable
- hoş bulduk
- thank you
- Hoş bulduk
- hello
- bana göre hava hoş
- not that i care
- bana göre hava hoş
- it is all the same to me
- bana göre hava hoş
- it's all the same to me
- göze hoş görünmek
- please the eye
- hoş bir şekilde
- delightfully
- hoş geldiniz
- (Gıda) wellcome
- hoş koku
- (Kimya) aroma
- kuvvetli ve hoş (koku)
- aromatic
- kuvvetli ve hoş kokusu olan
- aromatic
- pek hoş
- delightful
- sevimli hoş
- (Muzik) amiable
- hoş bir şekilde
- amusingly
- hoş bir şekilde
- pleasantly
Tom was pleasantly surprised to see Mary.
- Tom Mary'yi gördüğüne hoş bir şekilde şaşırmıştı.
Tom seemed pleasantly surprised.
- Tom hoş bir şekilde şaşırmış görünüyordu.
- hoş geldiniz
- aloha
- hoş görme
- condonation
- hoş görmek
- tolerate
- hoş görmeme
- intolerance
- hoş koku
- aromatic
- hoş koku
- toilet water
- hoş yerler
- amenity
- kulağa hoş geliyor
- sounds good
That sounds good, doesn't it?
- O kulağa hoş geliyor, değil mi?
- kulağa hoş gelmek
- Sound good
- Bana göre hava hoş
- It doesn't make any difference (to me), It's all the same to me
- acayip ama hoş
- far out
- arası hoş olmamak
- 1. to be on bad terms with. 2. to dislike (something)
- bana göre hava hoş
- (Konuşma Dili) I don't care
- bence hava hoş
- i dont mind
- benim için hava hoş
- that's fine with me
- daha hoş
- nicer
Visiting people is nicer than being visited.
- İnsanları ziyaret etmek ziyaret edilmekten daha hoştur.
Giving gifts is always nicer than receiving them.
- Hediyeler vermek, onları almaktan her zaman daha hoştur.
- davulun sesi uzaktan hoş gelir
- (Atasözü) Distance lends enchantment to things
- eski ve hoş
- quaint
- gönlünü hoş etmek
- to please
- gönülünü hoş etmek
- to please, make (someone) contented
- göze hoş gelmeyen
- shapeless
- göze hoş görünmek
- to please the eye
- göze hoş görünmeyen
- unsightly
- hatırını hoş etmek
- to please
- hatırını hoş etmek
- to please (someone)
- hava hoş olmak
- (for something) not to matter (to someone)
- helal ü hoş olsun!
- 1. It's all yours!/Take it with my blessing (and enjoy it)! 2. I don't want anything for what I've done!
- hepsi iyi hoş ama
- that's all very well but
- hepsi iyi hoş ama
- it's all very well but
- hoş bir şekilde
- agreeably
- hoş bir şekilde
- congenially
- hoş görme
- tolerance
- hoş görmeme
- intolerant
- hoş olmayan
- unenjoyable
- hoş olmayan
- unenviable
- hoş sohbet
- wellspoken
- hoş sohbet
- companionable
- hoş yer
- pleasantville
- iyi hoş amma
- That's all very well but
- iyi niyetle yapılan şey hoş görülür
- the end jutifies the means
- iyi niyetli yalan hoş görülür
- the end jutifies the means
- kulağa hoş gelen
- euphonic
- kulağa hoş gelme
- euphony
- kötü bir şeyi hoş göstermeye çalışmak
- gild the pill
- ona göre hava hoş
- (Konuşma Dili) It makes no difference to him./He doesn't care whether it's one way or the other
- pek hoş
- delightfully
- sevimli hoş biçimde
- (Muzik) amiably
- son derece hoş
- overnice
- sıcacık ve hoş
- (rüzgâr vb.) balmy
- vakti hoş geçirmek
- while the time away
- yaşamın hoş yanları
- the niceties of life
- yaşamın hoş yönleri
- amenities
- çok hoş
- hell of
- çok hoş görünüyorsunuz
- You look nice
- şimdilik hoş çakal
- so long