You must be very excited.
- Sen çok heyecanlanmış olmalısın.
Tom was excited about something.
- Tom bir şeyden heyecanlanmıştı.
Tom must've been thrilled.
- Tom heyecanlanmış olmalı.
Tom was thrilled to see Mary.
- Tom Mary'yi gördüğü için çok heyecanlanmıştı.
He's thrilled with his new job.
- O, yeni işinde heyecanlanıyor.
We had a thrilling time at the theme park.
- Biz tema parkında heyecan verici bir zaman geçirdik.
The excitement reached its peak.
- Heyecan doruk noktasına ulaştı.
Her heart was throbbing with excitement.
- Heyecandan kalbi titriyordu.
The movie created a great sensation.
- Film büyük bir heyecan yarattı.
The news was sensational.
- Haber heyecan vericiydi.
You're still feverish.
- Sen hâlâ heyecanlısın.
Tom listened to what Mary had to say without showing any emotion.
- Tom Mary'nin söylemek zorunda olduğu şeyi herhangi bir heyecan göstermeden dinledi.
She didn't display any type of emotion.
- O herhangi tipte heyecan göstermedi.
The news caused a huge stir.
- Haber büyük bir heyecan yarattı.
The news is creating a stir.
- Haber heyecan yaratıyor.
Tom was in a very agitated state.
- Tom çok heyecanlı bir durumdaydı.
Tom got very agitated.
- Tom çok heyecanlandı.
He turns me on when he wears those clothes.
- O, bu elbiseyi giydiği zaman beni heyecanlandırır.
She turned on her lover.
- O, aşkını heyecanlandırdı.
That's a heartwarming scene.
- Bu heyecanlandırıcı bir sahne.
It's always a thrill to play with you.
- Seninle oynamak her zaman bir heyecan.
I don't share your enthusiasm.
- Ben de senin heyecanını paylaşmıyorum.
The children played in the mud with enthusiasm.
- Çocuklar heyecanla çamurda oynadılar.
It was a dramatic moment.
- Heyecan verici bir andı.
He shed innocent blood just for kicks.
- Sadece heyecan olsun diye masum kanı döktü.
He killed the old lady just for kicks.
- Sadece heyecan olsun diye yaşlı bayanı öldürdü.
Tom was in a very agitated state.
- Tom çok heyecanlı bir durumdaydı.