O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank lent her 500 dollars.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
O kendi kendine mırıldanıyor.
- She is muttering to herself.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Bu eski madeni paraları ondan aldım.
- I got these old coins from her.
Aşk onu rüyalarında görmektir.
- Love is seeing her in your dreams.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Kendisini ateşle ısıttı.
- She warmed herself by the fire.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
The murderer was imprisoned at Her Majesty's pleasure.
The manager was given her head to make whatever changes she might deem necessary in the structure of her department.
He had given her head many times, but this time she especially enjoyed it.
This is her book.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
Her ass is always late.
Once we have the tank full we will back away and you can let her rip.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
The principal presented each of the graduates with diploma.
- Okul müdürü mezunların her birine diplomasını sundu.
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
Mother always gets up early in the morning.
- Anne her zaman sabahları erken kalkar.
You're always singing.
- Her zaman şarkı söylüyorsun.
The customer rejected everything that I showed her.
- Müşteri, gösterdiğim her şeyi reddetti.
Everything about him was grey.
- Onun hakkında her şey griydi.
Tom and his sister are both students at this university.
- Tom ve kız kardeşi her ikisi de bu üniversitede öğrenciler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
Every day they killed a llama to make the Sun God happy.
- Onlar Güneş Tanrısı'nı mutlu etmek için her gün bir lama öldürdü.
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Somehow I can't picture Tom working as a bartender.
- Her nasılsa Tom'un bir barmen olarak çalışmasını hayal bile edemiyorum.
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
The president appointed each man to the post.
- Genel müdür her bir adamı görevine atadı.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Can you see anything in there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Above all, don't panic!
- Her şeyden önce, panik yok!
Tom came into the living room, not wearing any pants.
- Tom herhangi bir pantolon giymeden oturma odasına girdi.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
Some humans believe that there exists a god who is omniscient, omnipotent and omnipresent.
- Bazı insanlar; her şeyi bilen, her şeye gücü yeten ve her yerde olan bir tanrının var olduğuna inanıyorlar.
Tom and Mary were wasting time, as usual.
- Tom ve Mary her zaman olduğu gibi boşa zaman harcıyordu.
Deliveries will continue as usual.
- Teslimatlar her zaman olduğu gibi devam edecek.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Whenever I go abroad, I suffer from jet lag and diarrhea.
- Her ne zaman yurtdışına gitsem saat farkı ve ishalden rahatsız olurum.
Tom usually says Pardon my French whenever he swears.
- Tom her ne zaman küfür etse, genellikle Fransızcamı bağışlayın diyor.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün iyileşiyordu.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyway, I did my best.
- Her neyse, ben elimden geleni yaptım.
Anyway, I know you must be busy, so let me go.
- Her neyse, ben sizin meşgul olmak zorunda olduğunuzu biliyorum, bu yüzden gideyim.
Women seem to like him for some reason.
- Her nedense kadınlar ondan hoşlanıyor gibi görünüyor.
For some reason, people have been avoiding me like the plague ever since I got back from India.
- Her nedense, Hindistan'dan döndüğümden beri insanlar benden bir veba gibi kaçıyorlar.
The United States is a paradise for almost every kind of sports, thanks to its wonderfully varied climate.
- Harika değişik iklimleri sayesinde, Amerika Birleşik Devletleri, hemen hemen her türlü spor için bir cennettir.
Mary had every reason to be satisfied.
- Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
Either way will lead you to the station.
- Her iki yol da seni istasyona götürecektir.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
I think about that every single day.
- Her gün onu düşünürüm.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
His story may sound false, but it is true for all that.
- Onun hikayesi düzmece görünebilir fakat her şeye rağmen gerçektir.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
Tom may come at any time.
- Tom her an gelebilir.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
We may have a very severe earthquake any moment now.
- Şu anda çok şiddetli bir deprem her an olabilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
That pretty bird did nothing but sing day after day.
- O güzel kuş her gün ötmekten başka bir şey yapmadı.
He comes to see his sick friend day after day.
- Her gün hasta arkadaşını görmeye geliyor.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
I like both of them very much.
- Onların her ikisini de çok seviyorum.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
The athlete excelled in all kinds of sports.
- Atlet her türlü sporda yükseldi.
She likes all kinds of sports.
- O her türlü spor sever.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
Injustice anywhere is a threat to justice everywhere.
- Herhangi bir yerdeki adaletsizlik her yerdeki adalet için bir tehdittir.
You can find the same thing anywhere.
- Her yerde aynı şeyi bulabilirsin.
Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
The branch offices of the bank are located all over Japan.
- Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.
Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
- Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
Every time cigarettes go up in price, many people try to give up smoking.
- Her zaman sigara fiyatları yükseliyor, çok sayıda insan sigara içmeyi bırakmaya çalışıyor.
It feels like I've known you forever.
- Seni her zaman tanıdım gibi geliyor.
He who asks is a fool for five minutes, but he who does not ask remains a fool forever.
- Soran beş dakika bir aptaldır fakat sormayan her zaman bir aptal kalır.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
You can leave at any time.
- Her zaman gidebilirsin.