O, ona nerede yaşadığını sordu.
- He asked her where she lived.
Banka ona 500 dolar ödünç verdi.
- The bank loaned her 500 dollars.
Emi kendine yeni bir elbise ısmarladı.
- Emi ordered herself a new dress.
Jane'nin hayali kendine yaşlı ve zengin bir sevgili bulmaktı.
- Jane's dream was to find herself a sugar daddy.
Onu sevip sevmediğini bilmiyorum.
- I don't know whether you like her or not.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet her at the coffee shop.
Onun ailesi ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum.
- I don't know anything about her family.
Onun görünümünü çekici bulurum.
- I find her appearance attractive.
Ben, o kızın kendisine yeni bir görünüm vermek için saçını kestiğini düşünüyorum.
- I think that girl cut her hair to give herself a new look.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Herkes ondan iyi şekilde bahseder.
- Everybody speaks well of her.
Seni ondan daha çok seviyorum.
- I love you more than her.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- She said NO to herself. She said YES aloud.
Yumi oraya kendi gitti.
- Yumi went there by herself.
O, ona bir süveter aldı.
- She bought him a sweater.
Meseleyi ona bırakmaktan başka çaremiz yoktu.
- We had no choice but to leave the matter to him.
Karlarla örtülü şu dağa bak.
- Look at that mountain which is covered with snow.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that is better.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Birisi beni dışarı çıkarsın. İçeride kilitli kaldım.
- Let me out, somebody. I'm locked in.
Merdivenlerden yukarı gelen birisi var.
- There's somebody coming up the stairs.
Merhaba, siz Bay Ogawa mısınız?
- Hello, are you Mr Ogawa?
Sizin bir öğretmen olduğunuzu biliyorum.
- I know that you're a teacher.
Biri onu küvette boğmuştu.
- Somebody had drowned her in the bathtub.
Biri bu tabağı kırdı.
- Somebody has broken this dish.
Sanırım birisi oraya gitti.
- I think that someone went there.
Birisi bana içtiğin her sigara ömründen yedi dakika alır dedi.
- Someone told me that every cigarette you smoke takes seven minutes away from your life.
Bu John'dur ve o da onun biraderidir.
- This is John and that is his brother.
Onun favori beyzbol takımı Devler'dir, fakat o Aslanlar'ı da seviyor.
- His favorite baseball team is the Giants, but he also likes the Lions.
Onlara karşı çıkmak hiçbir şeye yaramaz.
- It'll be useless to stand against them.
Beni öldürmekle tehdit ettiler bu yüzden cüzdanımı onlara verdim.
- They threatened to kill me so I gave them up my wallet.
Dima bir gecede 25 adamla yattı ve sonra onları öldürdü.
- Dima slept with 25 men in one night and then killed them.
Takımımız beyzbolda onları 5-0 mağlup etti.
- Our team defeated them by 5-0 at baseball.
O, aynada kendine bakmadı mı?
- Hasn't he looked at himself in a mirror?
O kendi kendineHAYIRdedi.Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Yağmur nedeniyle onların gezisi ertelendi.
- Their trip has been cancelled due to rain.
Onların ana dili Fransızca.
- French is their mother tongue.
Bu kadar uzun bir zamandan sonra bu şarkıyı İşitmek gerçekten eski zamanları geri getiriyor.
- Hearing this song after so long really brings back the old times.
Her gün bu kadar sıcak mı?
- Is it this hot every day?
Onunla beraber olduğun sürece mutlu olamazsın.
- As long as you are with him, you can't be happy.
Onunla kahve dükkanında buluşmaya söz verdi.
- He promised to meet him at the coffee shop.
Kendisine HAYIR dedi. Yüksek sesle EVET dedi.
- He said NO to himself. He said YES aloud.
Kendisine Fransızca öğretti.
- He taught himself French.
Bu, bir kişi için küçük bir adımdır ama insanlık için dev bir sıçramadır.
- That's one small step for a man, one giant leap for mankind.
Şu gömlek için sadece on dolar ödedi.
- He only paid ten dollars for that shirt.
Ek olarak yaşlılar birbirleriyle sosyalleşebilsin ve Amerikan hayatının aktif üyeleri olarak kalabilsinler diye birçok topluluk kurulmuştur.
- In addition many groups have been formed so that the elderly can socialize with one another and remain active participants in American life.
Kilo alacağı korkusuyla diyet yapıyor.
- She is on a diet for fear that she will put on weight.
Lenny'nin nasıl çiğnemeden veya boğulmadan tam bir sosisli sandvici yutabildiğine bak? Bu nedenle üst idare onu bu kadar fazla sever.
- See how Lenny can swallow an entire hot dog without chewing or choking? That's why upper management loves him so much.
İki yaşındaki bir çocuk bu kadar hızlı koşabilir mi?
- Can a two-year-old boy run that fast?
Onlar parlak renkli kurbağalar olduğunu söylüyorlar fakat ben onları asla görmedim.
- They say there are bright-colored frogs, but I've never seen them.
The Network'ün kasım meselesinde görünen raporunun 70 kopyasını üretmek ve onları ajanlarımıza dağıtmak mümkün mü?
- Is it possible to reproduce 70 copies of your report which appeared in the November issue of The Network and distribute them to our agents?
Bu kravat sana çok iyi uyuyor.
- That tie suits you very well.
Sana küçük bir şey getirdim.
- I brought you a little something.
Sen benimle nasıl böyle konuşabilirsin?
- How dare you speak to me like that?
Böyle bir durumun tekrar olacağının olası olmadığını düşünüyorum.
- I think it's unlikely that a situation like this one would ever occur again.
Tom Mary'ye onun parkta tek başına yürüyüşe gitmesinin iyi bir fikir olduğunu düşünmediğini söyledi.
- Tom told Mary that he didn't think it was a good idea for her to go jogging in the park by herself.
Onun tarafından oraya tek başına gitmemesi tavsiye edildi.
- She was advised by him not to go there by herself.
İnsanlar kendilerini korumak için sığınaklar tasarladı.
- People devised shelters in order to protect themselves.
O kekelemeye başladığında sınıf arkadaşları gülmekten kendilerini alamadılar.
- When she began to stutter, her classmates couldn't help laughing.
Andrina'nın işleri ciddiye almadığını bilirim ama kendisi harika bir arkadaş.
- I know Andrina doesn't take things seriously, but she is a wonderful friend.
Yeni bir araba satın alması için babasına baskı yaptığında Catherine'nin bir art niyeti vardı; O, arabayı kendisinin sürebileceğini umuyordu.
- Catherine had an ulterior motive when she urged her father to buy a new car. She hoped that she'd be able to drive it herself.
Sana önemli bir şey söylemek üzereyim.
- I'm about to tell you something important.
Sana önemli bir şey söylemek istiyorum.
- I want to tell you something important.
Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
- You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
Biri bu kitabın ilk üç sayfasını yırtmış.
- Someone has ripped out the first three pages of this book.
Yarın sabah Tom'un birşeyler yapmasına yardım etmeliyim.
- I have to help Tom do something tomorrow morning.
Bu öğleden sonra Tom'un birşeyler yapmasına yardım edeceğim.
- I'm going to help Tom do something this afternoon.
Onlardan herhangi birini seçebilirsiniz.
- You may choose any of them.
Güneşin etrafında dönen dokuz gezegen vardır,Dünya onlardan biridir.
- There are nine planets travelling around the sun, the earth being one of them.
Ben böyle bir şapka almakla ilgileniyorum.
- I am interested in getting a hat like this.
Böyle kirleticiler çoğunlukla otomobil motorlarındaki yakıt tüketiminden kaynaklanmaktadır.
- Pollutants like this derive mainly from the combustion of fuel in car engines.
Yakında sizden haber almak için sabırsızlanıyorum.
- I am looking forward to hearing from you soon.
Sizden henüz bir cevap almadım.
- I have received no reply from you yet.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Bu onun tişörtü. O tişört de onunkidir.
- This is her T-shirt. That T-shirt is hers, too.
Biz onun işini onunkilerle karşılaştırdık.
- We compared his work with hers.
Bu araba onunki gibi görünüyor.
- It looks like this car is his.
Birinin ününü sürdürmek zordur.
- It is hard to maintain one's reputation.
Bir insanı birinin arkadaşı yapmak kolaydır fakat onu öyle sürdürmek zordur.
- It is easy to make a man one's friend, but hard to keep him so.
O bencil bir kadındır.
- She is a selfish woman.
455 kadından bir kadın gebeliğinin yirminci haftasına kadar hamile olduğunu fark etmez.
- One out of 455 women doesn't realize she's pregnant until the twentieth week of pregnancy.
O, sınavı geçmek için canını dişine taktı.
- She made great efforts to pass the examination.
Son elli senedir canını dişine takıp çalışıyor! Kendini tükenmiş hissetmesi çok normal!
- She's been working her butt off for the last 50 years! Of course, she feels burnt out!
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Ben önemli kimseyim ve önemliyim.
- I am somebody and I am important.
Fransızca anlayan kimseyi arıyorum.
- I'm looking for somebody who understands French.
Neden kimseye söylemedin?
- Why didn't you tell someone?
Neden kimse Tom'a yardım etmedi?
- Why didn't someone help Tom?
Bu araba ötekinden daha iyi bir çalışmaya sahip.
- This car has a better performance than that one.
John o kadar telaşlıydı ki konuşmaya vakti yoktu.
- John was in such a hurry that he had no time for talking.
O kadar kötü birisi ki kimse ondan hoşlanmaz.
- He is such a bad person that everybody dislikes him.
Seni anlamak gerçekten çok zor.
- Understanding you is really very hard.
Artık seni sevmiyorum.
- I don't like you anymore.
Sizin hangi tür şarabınız var?
- What kind of wine do you have?
Sizinle yaşamayı seviyorum.
- I love living with you.
The lady with the green feathers in her hat. A big Gainsborough hat. I am quite sure it was Miss Hartuff..
This is her book.
Ladies and gentlemen, I present to you Her Royal Highness The Crown Princess Victoria.
Her ass is always late.
She treated him for a cold (direct object).
The decision was his to live with.
Ahab his mark for Ahab's mark.
This is his book.
With Hit Girl, Moretz is this year's It Girl, alternately sweet, savage and scary.
He saw to it that everyone would vote for him.
It's me. John.
In the next game, Adam and Tom will be it….
Let's play it at breaktime.
It’s lonely without you.
Take each day as it comes.
Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
- Daphnis has forgotten me. He is dreaming of marrying some wealthy maiden. Ah! Why did I make him swear by his goats instead of by the Nymphs! He has forgotten them as he has forgotten me.
Although this chap came into the world in a somewhat impudent fashion, before he was sent for, his mother was pretty; we had fun making him, and the illegitimate fellow must be acknowledged.
- Though this knave came something saucily into the world before he was sent for, yet was his mother fair; there was good sport at his making, and the whoreson must be acknowledged.
The doctor said that this disease is unhealable.
- The doctor said that this sickness is irremediable.
Have you discussed this with anyone?
- Have you discussed this with anybody?
She goes running every morning.
- O her sabah koşmaya gider.
Don't worry, everything will be OK.
- Üzülmeyin, her şey düzelecek.
Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout.
- Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.
Give help to anyone who needs it.
- Her kimin ihtiyacı olursa ona yardım et.
How many times does the bus run each day?
- Otobüs her gün kaç kez çalışır?
Each person paid one thousand dollars.
- Her biri bin dolar ödedi.
Bill is honest all the time.
- Bill her zaman dürüsttür.
Can you see anything at all there?
- Orada herhangi bir şey görebiliyor musun?
Pandas spend at least 12 hours each day eating bamboo.
- Pandalar her gün en az 12 saati bambu yiyerek geçirirler.
She planted some pansies in the flower bed.
- Çiçekliğe bazı hercai menekşeler dikti.
Jane Goodall discovered that chimpanzees are omnivorous, not vegetarian.
- Jane Goodall şempanzelerin her şeyi yediklerini, vejetaryen olmadıklarını keşfetti.
Only God can safely be omnipotent.
- Sadece Tanrı güvenle her şeye gücü yeter olabilir.
One should take good care of every single thing.
- Biri her şeye iyi bakmalı.
Every single word you say is a lie.
- Söylediğin her söz bir yalan.
He was in favor of equality for all.
- O, herkes için eşitliğin lehindeydi.
The law is equal for all.
- Kanun herkes için aynıdır.
I don't like either of them.
- Ben, onlardan herhangi birini sevmiyorum.
Do you know either of the two girls?
- İki kızın her birini tanıyor musun?
You don't marry someone you can live with — you marry the person whom you cannot live without.
- Sen yaşayabileceğin herhangi biriyle evlenme - sen onsuz yaşayamayacağın kişiyle evlen.
Although each person follows a different path, our destinations are the same.
- Her insan farklı bir yol izlesede, hedeflerimiz aynıdır.
You can eat whatever you like.
- Her ne istiyorsanız yiyebilirsiniz.
He believes whatever I say.
- O, söylediğim her şeye inanır.
Whoever finds the bag must bring it here.
- Her kim çantayı bulursa onu buraya getirmelidir.
Sam helps whoever asks him to.
- Sam yardım isteyen herkese yardım eder.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Each of the brothers has a car.
- Erkek kardeşlerin her birinin bir arabası var.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
These are on sale everywhere.
- Bunlar her yerde satılıyor.
I always get up at six.
- Her zaman altıda kalkarım.
To be always honest is not easy.
- Her zaman dürüst olmak kolay değildir.
Some people believe that Japan is No.1 in everything.
- Bazı insanlar Japonya'nın her şeyde 1 numara olduğuna inanıyor.
Put everything in my basket.
- Her şeyi sepetime koy.
Are you feeling under the weather?
- Kendini kötü hissediyor musun?
Feeling tired after his walk in the country, he took a nap.
- Kırsaldaki yürüyüşünden sonra yorgun hissettiği için şekerleme yaptı.
Anyway, I won't take up any more of your time.
- Her neyse, daha fazla zamanını almayacağım.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
I will do anything for you.
- Senin için her şeyi yapacağım.
You are a really good secretary. If you didn't take care of everything, I couldn't do anything. You are just great.
- Sen gerçekten iyi bir sekretersin. Her şeyle ilgilenmemiş olsaydın , ben hiçbir şey yapamazdım. Sen harikasın.
I can't feel anything in my left foot; there's no sensation at all.
- Ben sol ayağımda bir şey hissedemiyorum; hiç duygu yok.
I have a prickling sensation in my left eye.
- Benim sol gözümde bir karıncalanma hissi var.
She must have sensed something odd.
- Garip bir şey hissetmiş olmalı.
The police officer on duty sensed an elderly man coming up behind him.
- Görevli memur arkasından yaşlı bir adamın geldiğini hissetti.
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
Both the brothers were out.
- Kardeşlerin her ikisi de dışarıdalardı.
They are both unmarried.
- Onların her ikiside evli değil.
I play football every day.
- Her gün futbol oynarım.
Do you study English every day?
- Her gün İngilizce çalışıyor musun?
Somehow, you look different today.
- Her nasılsa, farklı görünüyorsun.
Somehow, he saved himself.
- Her nasılsa kendini kurtardı.
The tickets are 1,000 yen each.
- Biletlerin her biri 1.000 yen.
She treated each of us to an ice cream.
- O, her birimize bir dondurma ikram etti.
Deliveries will continue as usual.
- Teslimatlar her zaman olduğu gibi devam edecek.
You look very pretty, as usual.
- Her zaman olduğu gibi çok güzel görünüyorsun.
Both my parents are at home now.
- Ebeveynlerimin her ikisi de şu an evdeler.
Tom and his wife both have to work to make ends meet.
- Tom ve karısı kıt kanaat geçinmek için her ikisi çalışmak zorunda.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
Tom brings us gifts whenever he visits.
- Tom her ne zaman ziyarete gelse bize hediyeler getirir.
The patient was recovering daily.
- Hasta her gün toparlanıyordu.
I speak English daily.
- Her gün İngilizce konuşuyorum.
Anyway, I did my best.
- Her neyse, ben elimden geleni yaptım.
Anyway, you'll never know.
- Her neyse, asla bilmeyeceksin.
For some reason I don't like Tom.
- Her nedense Tom'dan hoşlanmıyorum.
For some reason, I feel sleepy when I start studying.
- Her nedense okumaya başladığımda kendimi uykulu hissediyorum.
He had every reason for doing so.
- Öyle yapmak için her türlü nedeni vardı.
Mary had every reason to be satisfied.
- Mary'nin tatmin olmak için her türlü sebebi vardı.
Man is not as almighty as God.
- İnsan Allah kadar her şeye kadir değildir.
She told him once and for all that she would not go to the movie with him.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla sinemaya gitmedim.
I told her once and for all that I would not go shopping with her.
- Ona bir kez söyledim ve her şeye rağmen onunla alışverişe gitmedim.
A fire may happen at any moment.
- Her an bir yangın meydana gelebilir.
We are expecting him any moment.
- Biz her an onu bekliyorduk.
That could happen at any time.
- O her an meydana gelebilir.
It may rain at any time.
- Her an yağmur yağabilir.
Tom used to be drunk by this time every night.
- Tom her gece bu zamanda sarhoş olurdu.
That couple gets soused nearly every night.
- O çift neredeyse her gece içer.
In June, it rains day after day.
- Haziranda her gün yağmur yağar.
I worked on it day after day.
- Her gün onun üzerinde çalıştım.
It's just an everyday thing.
- O sadece her günkü bir şeydir.
I don't know either girl.
- Kızların her ikisini de tanımıyorum.
Either as a waiter at a restaurant or a bartender, both are OK.
- Ya restoranda bir garson olarak ya da bir barmen , her ikisi de Tamam.
He wants to eat both of them.
- O, onların her ikisini de yemek istiyor.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Both of them are very cute.
- Onların her ikisi de sevimli
Both of my parents were brought up in the country.
- Ebeveynlerimin her ikisi de ülkede yetiştirildiler.
What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers.
- Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.
Whatever it is, I'd like to know what Sami wants.
- Her ne ise, Sami'nin ne istediğini bilmek isterim.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
At any rate, Ozawa hurriedly took off his raincoat and quickly put it on the naked girl's shoulders.
- Her neyse, Ozawa aceleyle yağmurluğunu çıkardı ve hızlı bir şekilde çıplak kızın omuzlarına koydu.
At any rate, I'll go to college after graduating from high school.
- Her neyse, ben liseden mezun olduktan sonra üniversiteye gideceğim.
I feel itchy everywhere.
- Her tarafım kaşınıyor.
We have people everywhere.
- Her tarafta insanlar var.
The athlete excelled in all kinds of sports.
- Atlet her türlü sporda yükseldi.
He comes into contact with all kinds of people.
- Her türlü insanla bağlantı kurar.
His daughter is eager to go with him anywhere.
- Kızı onunla her yere gitmeye hevesli.
Tom can sleep anywhere.
- Tom her yerde uyuyabilir.
That kind of thing can't be found just anywhere.
- O tür şey her yerde bulunamaz.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
The branch offices of the bank are located all over Japan.
- Bankanın şubeleri Japonya'nın her yerinde bulunmaktadır.
Violence erupted all over the city because of the food shortages.
- Yiyecek yokluğundan dolayı şehrin her yerinde şiddet patlak verdi.
A good book is the best friend, now and forever.
- İyi bir kitap, şimdi ve her zaman en iyi arkadaştır.
It feels like I've known you forever.
- Seni her zaman tanıdım gibi geliyor.
You can leave at any time.
- Her zaman gidebilirsin.
An accident may happen at any time.
- Bir kaza her zaman olabilir.
He drinks his coffee black every time.
- O, her zaman kahvesini sade içer.
Tom became tired of always having to pay the bill every time he went out with Mary.
- Tom, Mary ile birlikte her çıkışında her zaman hesabı ödemek zorunda kalmaktan usandı.
For all his genius, he is as unknown as ever.
- Bütün dehasına rağmen, o her zaman olduğu kadar bilinmiyor.
He is stronger than ever.
- O, her zamankinden daha güçlüdür.
Do you feel any pain in your stomach?
- Karnında herhangi bir acı hissediyor musun?
I'm feeling a lot better.
- Çok daha iyi hissediyorum.
I haven't read either book.
- Ben her iki kitabı okumadım.
Divide the pile of documents equally, and take them one by one to either side of the room.
- Belgelerin yığınını eşit şekilde böl, ve onları birer birer odanın her iki tarafına koy.
Both of them went to the window to look outside.
- Her ikisi de dışarıya bakmak için pencereye gitti.
Tom and his sister are both students at this university.
- Tom ve kız kardeşi her ikisi de bu üniversitede öğrenciler.
Any time will suit me.
- Her zaman bana uygun olacaktır.
You can call me any time.
- Beni her zaman arayabilirsin.
Tom always blames Mary for everything.
- Tom her zaman Mary'yi her şey için suçluyor.
Tom always blames me for everything.
- Tom her zaman beni her şey için suçluyor.
It's okay to feel emotions.
- Duyguları hissetmek iyidir.
I always felt emotionally abused.
- Kendimi hep duygusal olarak kötüye kullanılmış hissettim.
AIDS can be stopped only if every person decides to take action against it.
- Yalnızca her birey ona karşı harekete geçmeye karar verirse, AIDS durdurulabilir.
He comes here every few days.
- O her birkaç günde buraya gelir.
In any case you had better obey your parents.
- Her halukârda ebeveynlerine itaat etsen iyi olur.
In any case, you don't need to worry.
- Her halukârda endişelenmene gerek yok.
Please help yourself to whatever you like.
- Her ne istiyorsanız buyrun.
Whatever it is, I didn't do it.
- O her ne ise, ben yapmadım.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
He was silent all the time.
- O, her zaman sessizdi.
On the whole human beings want to be good, but not too good and not quite all the time.
- İnsanoğlu genellikle iyi olmak ister fakat her zaman çok iyi ve sakin değil.
Tom was stealing money for the last two years, and Mary knew it all the time.
- Tom son iki yıldır para çalıyordu ve Mary bunu her zaman biliyordu.
My five year old daughter always goes to kindergarten happy and full of energy.
- Beş yaşındaki kızım kreşe her zaman mutlu ve enerji dolu gider.
She did nothing but cry all the while.
- O her zaman ağlamaktan başka hiçbir şey yapmadı.
He kept smoking all the while.
- O her zaman sigara içmeye devam etti.
He came late as usual.
- O, her zamanki gibi geç geldi.
As usual, the physics teacher was late for class.
- Her zamanki gibi, fizik öğretmeni, sınıfa geç kalmıştı.
She came late as usual.
- O, her zamanki gibi geç geldi.
He came late as usual.
- O, her zamanki gibi geç geldi.
All's fair in love and war.
- Aşkta ve savaşta her şey adildir.
All that glitters is not gold.
- Parlayan her şey altın değildir.
I am not writing about myself. Any similarity is purely coincidental.
- Kendim hakkında yazmıyorum. Her bir benzerlik tamamiyle tesadüftür.
Why do I have to be here anyway?
- Neden her durumda burada olmak zorundayım?
We expected the routine, but we got the extraordinary.
- Her zamanki gibi olacağını umuyorduk, ama sıra dışı bir durumla karşılaştık.
Grandfather sat in his habitual place near the fire.
- Büyükbaba ateşin yanındaki her zamanki yerine oturdu.
Do you believe in extrasensory perception?
- Altıncı hisse inanıyor musun?
I wonder if I should trust my instincts.
- Hislerime güvenmem gerekip gerekmediğini merak ediyorum.
... how we're her PE hi ...
... THE CAPTAIN WALKED HER DOWN THE PLANK HIMSELF. ...