Определение halinde в Турецкий язык Английский Язык словарь
- in case of
In case of whatever difficulty, you may ask.
- Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
In case of a fire, use the stairs.
- Yangın halinde, merdivenleri kullan.
- under
At that time, my house was under construction.
- O zaman, benim evim inşaat halindeydi.
The new station building is under construction and will be completed soon.
- Yeni istasyon binası inşaat halinde ve yakında tamamlanacak.
- at
- in a condition of
- (Konuşma Dili) in the case of
- in the act of
- on
- accusative
- event
- hal
- {i} situation
The international situation is becoming grave.
- Uluslararası durum önemli hâle geliyor.
She breathed in deeply and started to tell about her situation.
- O, derin bir nefes alıp hâlini anlatmaya başladı.
- hal
- {i} status
- halat halinde boyama
- (Teknik,Tekstil) rope dyeing
- hareket halinde
- astir
- hareket halinde
- on the go
- hareket halinde
- in motion
Passengers shall not converse with the driver while the bus is in motion.
- Otobüs hareket halindeyken yolcular şoförle konuşmamalıdır.
Our planet, Earth, is always in motion.
- Gezegenimiz, Dünya, her zaman hareket halindedir.
- hareket halinde
- on the wing
- hareket halinde
- on the move
Tom is always on the move.
- Tom her zaman hareket halinde.
This tank can shoot on the move.
- Bu tank hareket halinde atış yapabilir.
- hareket halinde olma
- activity
- hal
- condition
Tom is still in critical condition.
- Tom hâlâ kritik durumda.
Tom's condition is still critical.
- Tom'un durum hâlâ kritik.
- hal
- {i} stand
He is still standing.
- Halen ayakta duruyor.
I'm surprised that building is still standing.
- Binanın hâlâ ayakta durduğuna şaşırdım.
- hal
- {i} state
The American Government declared a state of emergency.
- Amerikan hükümeti olağanüstü hal ilan etti.
People in the United States speak English.
- Birleşik Devletler halkı İngilizce konuşur.
- hal
- {i} repair
- hal
- plight
- hal
- aspect
- irtibat halinde olmak
- keep in touch
- seyir halinde
- (Askeri) underway
- özet halinde
- compendious
- hal
- {i} lay
Layla became irresistible.
- Leyla karşı konulmaz hale geldi.
The deep layers of the ocean is still almost unexplored.
- Okyanusun derin katmanları hâlâ neredeyse keşfedilmemiş.
- kendi halinde
- simple
- kendi halinde
- composed
- acil lüzum halinde
- in case of emergency
- bir bütün halinde
- (Tıp) enblock
- bütün halinde
- bodily
- cetvel halinde düzenlenmiş
- tabular
- dalgalar halinde yükselen şey
- billow
- devinim halinde
- in motion
- ekip halinde çalışma ruhu
- team spirit
- eylem halinde
- in action
- gereklilik halinde
- in case of necessity
- hal
- demeanor
- hal
- melting
- hal
- port
Their ship is still in port.
- Onların gemisi hâlâ limanda.
This portion of the library is off-limits to the public.
- Kütüphanenin bu bölümü halka açık değil.
- hal
- disposition
- hal
- dethronement
- hal
- instance
- hal
- strength
- hal
- order
We need to work together in order to make the world a better place.
- Dünyayı daha iyi bir yer hâline getirmek için birlikte çalışmamız gerek.
Japanese people exchange gifts in order to express their feelings.
- Japon halkı duygularını ifade etmek için hediyeleri takas eder.
- hal
- temper
She was in a bad temper.
- O, kötü bir ruh hali içindeydi.
The water temperature's still low so you're not going to swim, are you?
- Su sıcaklığı hala düşük, bu nedenle yüzmeye gitmeyeceksiniz, tamam mı?
- hal
- line of conduct
- hal
- pose
- hal
- behaviour
- ismin -e halinde olan
- datival
- ismin -e halinde olan
- (Dilbilim) dative
- isyan halinde olmak
- (deyim) be up in arms
- kadro halinde teşkil etmek
- (Askeri) constitute
- kollektif birlik halinde
- corporate
- koro halinde
- in unison
- liste halinde
- tabular
- maddeler halinde sıralamak
- specify
- sefer halinde
- under way
- seyir halinde
- under sail
- sürü halinde hareket etmek
- flock
- tablo halinde
- tabular
- taslak halinde çizmek
- sketch
- topluluk halinde
- gregarious
- transit halinde
- (Ticaret) in transit
I listen to the radio while in transit.
- Transit halindeyken radyo dinlerim.
- yaprak halinde
- laminate
- zorunluluk halinde
- in case of emergency
- özet halinde olan
- summary
- hal
- posture
- hal
- position
My uncle retired from teaching last year, but he still managed to hang onto a position at the university.
- Amcam geçen yıl öğretmenlikten emekli oldu, fakat üniversitede bir görevi hâlâ sürdürebiliyordu.
- hal
- case
In that case, I think you should come in today.
- O halde, ben sizin bugün gelmeniz gerektiğini düşünüyorum.
In case of fire, call 119.
- Yangın haline, 119'u ara.
- hal
- comportment
- hal
- occasion
- tabaka halinde
- stratified
- sakin, kendi hâlinde yaşayan
- residents, who live in their own state of
- takım halinde
- as a team
- alay halinde yapılan
- processional
- artış halinde
- on the increase
- arıza halinde kullanılan yol
- clearway
- bedir halinde
- at the full
- beraberlik halinde oynanan el
- rubber
- bir bütün halinde toplamak
- embody
- buhar halinde
- vaporish
- bölümler halinde
- fasciculate
- bölümler halinde
- fascicular
- cam halinde
- vitrescent
- cürmü meşhut halinde
- in flagrante delicto
- cürmü meşhut halinde yakalamak
- to catch sb red-handed, to catch sb in the act, to catch sb in flagrante delicto
- cürmü meşhut halinde yakalanmak
- to be caught red-handed
- cürümü meşhut halinde law
- (caught) in the act, in flagrante delicto
- dalgalar halinde yükselmek
- billow
- demet halinde
- bunchily
- demet halinde
- bunchy
- demet halinde
- corymbosely
- den halinde isim fiil
- supine
- deneme halinde
- on probation
- değişim halinde
- in flux
Everything is in flux.
- Her şey değişim halinde.
- dizi halinde çıkmak
- appear in numbers
- dizi hâlinde yayınlanan karikatür
- cartoon
- doygunluk halinde
- saturation state
- doğal halinde
- in the raw
- ekip halinde çalışma ruhu
- esprit de corps
- ereksiyon halinde
- erect
- eğri halinde
- curvilinear
- fasikül halinde
- fascicular
- fasikül halinde
- fasciculate
- forma halinde
- in quire
- gaz halinde
- gasiform
- gaz halinde
- aeriform
- genel kurul halinde toplanma
- (Politika, Siyaset) sit in a plenary session
- grup halinde
- in batches
- grup halinde
- in groups
- gruplar halinde
- in groups
- hal
- fettle
- hal
- sight
Our peoples have more in common than can be seen at first sight.
- Bizim halkların ilk bakışta görülebilenden daha çok ortak yönleri var.
There's still no end in sight.
- Görünürde hâlâ bir son yok.
- hal
- (covered) marketplace
- hal
- estate
- hal
- covered wholesale food market
- hal
- set
The situation could only be settled by war.
- Bu durum sadece savaşla halledilebilirdi.
Fighting won't settle anything.
- Döğüş hiçbir şeyi halletmez.
- hal
- circs
- hal
- event
It's worth trying at all events.
- Her halükarda denemeye değer.
The event is still fresh in our memory.
- Olay anımızda hâlâ taze.
- hal
- demeanour [Brit.]
- hal
- face
Half a million children still face malnutrition in Niger.
- Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.
The girl lifted her face, still wet with tears.
- Kız, göz yaşlarıyla hâlâ ıslak yüzünü kaldırdı.
- hal
- footing
- hal
- form
After her sickness, she's only a shadow of her former self.
- O, hastalığından sonra, eski halinin sadece bir gölgesidir.
France's currency was the franc, and its symbol was ₣. While it is no longer used in France, francs are still in use in some former French colonies such as Guinea.
- Fransa'nın para birimi franktı ve sembolü ₣ idi. Frank Fransa'da artık kullanılmıyor ama Gine gibi bazı eski Fransız kolonilerinde hâlâ kullanılmaktadır.
- hal
- conversion
- hal
- mood
He was in a bad mood, which was rare for him.
- O kötü bir ruh hali içinde, bu onun için nadirdi.
She may well refuse to speak to you because she's in a very bad mood.
- O seninle konuşmayı reddedebilir çünkü o çok kötü bir ruh hali içinde.
- hal
- figure
Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.
- Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı.
I haven't figured that out yet.
- Onu henüz halletmedim.
- hal
- {i} demeanour
- hal
- feature
- hal
- solution
We still haven't found the solution.
- Hâlâ çözümü bulmadık.
- hal
- size
The size of the carpet is 120 by 160 centimeters.
- Halının büyüklüğü 120'ye 160 santimetredir.
Tom can still wear the same size jeans he did when he was twenty years old.
- Tom yirmi yaşındayken giydiği aynı beden pantolonu hâlâ giyebiliyor.
- i halinde isim fiil
- supine
- iflas halinde alacaklılara ödenen pay
- dividend
- ihtiyaç halinde
- at a push
- ilerleme halinde
- in progress
- ince dilimler halinde
- flaky
- inşa halinde
- under construction
- inşa halinde
- in process of construction
- ismin e halinde
- datively
- ismin e halinde olan
- dative
- ismin e halinde olan
- datival
- katmanlar halinde
- in layers
- kaza halinde mesuliyet
- (Kanun) responsibility for accident
- kendi halinde
- placid
- kendi halinde
- harmless, quiet
- kendi halinde
- unobtrusive
- kendi halinde
- simple-hearted
- kendi halinde
- inoffensive
- kendi halinde
- 1. quiet and innoffensive, innocuous (person). 2. simple-minded
- kendi halinde
- simple minded
- kendi halinde insanlar
- simple folks
- keyif halinde
- tipsy, slightly drunk
- kitle halinde ayaklanma
- (Askeri) levée en masse
- koma halinde
- comatose, in a coma
- kor halinde
- in a glow
- koro halinde
- (speaking) in unison
- koro halinde söylemek
- chorus
- koro halinde söylenilen bölüm
- chorus
- koşuşturma halinde
- on the trot
- kök halinde olan
- radical
- külçe halinde
- chunky
- külçe halinde olan
- uncoined
- kütük halinde
- in the log
- kıvrımlar halinde duran kumaş
- drapery
- lüzumunda/u halinde
- if the necessity arises, if necessary, when necessary
- mastar halinde
- infinitively
- met halinde olmak
- flow
- müsvedde halinde
- roughcast
- nakil halinde (bulunan bir malın, seyir halindeki taşıyıcı aracın belirli bir mu
- (Askeri) in-transit visibility
- olması halinde
- in case of
Push this button in case of fire!
- Yangın olması halinde bu butona bas!
In case of whatever difficulty, you may ask.
- Zorluk olması halinde, sorabilirsin.
- organik gliserit halinde bulunan
- stearic
- paket halinde atık
- package waste
- parti halinde
- in batch
- parça halinde
- fractionary
- parçacıklar halinde
- in dribs and drabs
- parçalar halinde
- in pieces
The tree was sawn in pieces.
- Ağaç parçalar halinde kesilmişti.
Fadil's body was in pieces.
- Fadıl'ın cesedi parçalar halindeydi.
- pelte halinde
- gelatinous
- rekabet halinde olmayan
- noncompeting
- saldırı halinde
- on the offensive
- salkım halinde yetişen
- gregarious
- saplantı halinde
- one-track
- savaş halinde
- embattled
- savaş halinde olmak
- be at war with
- seri halinde
- serial
- seri halinde
- (Bilgisayar) nonparallel
- seri halinde düzenlemek
- seriate
- seyir halinde olmak
- (Askeri) to be under way
- sürü halinde gitmek
- run
- sürü halinde yaşama
- gregariousness
- sıra halinde
- in series
- sıra halinde gitmek
- string
- sıra halinde olmak
- range
- takım halinde yapmak
- team
- tasfiye halinde bulunma
- receivership
- taslak halinde
- schematical
- taslak halinde
- in draft
- taslak halinde
- in the rough
- taslak halinde olan
- rough
- taslak halinde olma
- sketchiness
- tefrika halinde
- (a literary work's coming out) in installments
- tek parça halinde
- in a single piece
- tek parça halinde
- massively
- tek sıra halinde
- in single file
Line up in single file.
- Tek sıra halinde sıralan.
The children went upstairs in single file.
- Çocuklar tek sıra halinde üst kata çıktı.
- tek sıra halinde
- in indian file
- tek sıra halinde yürümek
- defile
- tek vücut halinde
- bodily
- tohum halinde olarak
- germinally
- toplantı halinde olmak
- be in session
- toz halinde
- pulverulent
- toz halinde
- powdery
- transit halinde olan mallar
- (Ticaret) floating goods
- uyku halinde
- dormant
- uyku halinde
- lethargical
- uyku halinde
- lethargic
- uyum halinde
- in tune
- vuku halinde
- in case
- vukuu halinde
- in case of; in case (something happens)
- yaprak halinde
- leafy