Tom tried to lighten the mood.
- Tom havayı hafifletmeye çalıştı.
The government lightened taxes.
- Hükümet vergileri hafifletti.
Sami took medication to alleviate pain.
- Sami ağrıyı hafifletmek için ilaç aldı.
Sami's mental illness didn't alleviate his punishment. He got two consecutive life sentences.
- Sami'nin akıl hastalığı onun cezasını hafifletmedi. Art arda iki ömür boyu hapis cezası aldı.