The burden is light on the shoulder.
- Sorumluluk omuzda hafiftir.
It's good now; neither too heavy nor too light.
- O şimdi iyi; ne çok ağır ne de çok hafif.
Taiwanese food is milder than Indian food.
- Tayvan yemeği, Hint yemeğinden daha hafiftir.
I have a mild headache.
- Hafif bir baş ağrım var.
She stood silently, her head tilted slightly to one side.
- Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
Several slight shocks followed the earthquake.
- Depremi çok sayıda hafif şoklar izledi.
This carbon fiber bicycle is incredibly lightweight.
- Bu karbon fiber bisiklet inanılmaz hafiftir.
This titanium bicycle made in Italy is incredibly lightweight.
- İtalya'da yapılan bu titanyum bisiklet inanılmaz hafiftir.
Someone tapped me on the shoulder.
- Birisi omuzuma hafifçe vurdu.
Tom tapped Mary on the shoulder.
- Tom Mary'nin omzuna hafifçe vurdu.
I'd like my coffee weak.
- Kahvemi hafif istiyorum.
I like my coffee weak.
- Kahvemi hafif severim.
The soft afternoon sun came in through the branches of the tree and then the window.
- Hafif bir ikindi güneşi, dalların arasından süzülüp pencereden içeri giriyordu.
Just close your eyes, whispered Tom, and when Mary closed her eyes, he kissed her softly on the lips.
- Tom Sadece gözlerini kapat. diye fısıldadı ve Mary gözlerini kapatınca, onun dudaklarını hafifçe öptü.
Tom knocked lightly on Mary's door.
- Tom Mary'nin kapısını hafifçe çaldı.
I dress lightly all the time.
- Her zaman hafifçe giyinirim.
Do you have any light beer?
- Hiç hafif biran var mı?
The candle's flame is flickering in the soft breeze.
- Mumun alevi hafif rüzgarda titriyor.