Bu haberi duymak onu mutlu etti.
- Diese Nachricht zu hören machte sie glücklich.
Ölene dek mutlu yaşadılar.
- Sie lebten glücklich bis ans Ende ihrer Tage.
Sürücü ölümden kurtulacak kadar şanslıydı.
- The driver was so fortunate as to escape death.
O, ölümden döndüğü için çok şanslı.
- He was so fortunate as to escape death.
Zayıf imanına rağmen, rahip onu kutsadı.
- Despite his weak faith, the priest blessed him.
Papaz çocukları kutsadı.
- The priest blessed the children.
Gerçekten kutsanmışımdır.
- I'm just really blessed.
Mübarek hatırlamadan veren ve unutmadan alandır.
- Blessed are those who give without remembering and take without forgetting.
Ben evden her zamankinden daha geç ayrıldım ama bereket versin ki tren için tam zamanında vardım.
- I left home later than usual, but fortunately I was in time for the train.
Bereket versin ki, hiçbir can kaybı olmadı.
- Fortunately, no lives were lost.
Let others wage wars, you, fortunate Austria, marry.
- Mögen andere Kriege führen. Du, glückliches Österreich, heirate.
Fortunately, I was on time.
- Glücklicherweise war ich pünktlich.
Never have I been so happy.
- Ich war noch nie so glücklich.
I've never been this happy before.
- Ich war noch nie so glücklich.