Layla comes from a strict religious background.
- Leyla sıkı bir dini geçmişten geliyor.
I come from a humble background.
- Mütevazı bir geçmişten geliyorum.
You must live in the present, not in the past.
- Geçmişte değil, şimdiki zamanda yaşamalısın.
That's all in the past.
- Bunun hepsi geçmişte.
Tom has a long history of getting into trouble.
- Tom'un başını belaya sokmakla ilgili uzun bir geçmişi var.
Latin Americans know very little about the history of the indigenous peoples who used to live here several centuries ago.
- Latin Amerikalılar birkaç asır önce burada yaşamış olan yerlilerin geçmişi hakkında çok az şey bilmektedir.
You should try to forget your unhappy past.
- Mutsuz geçmişini unutmaya çalışmalısın.
The past can only be known, not changed. The future can only be changed, not known.
- Geçmiş sadece bilinir, değişmez. Gelecek ise sadece değişir, bilinmez.
No cultural background is necessary to understand art.
- Hiçbir kültürel geçmiş, sanatı anlamak için gerekli değildir.
It is very important to consider the cultural background of the family.
- Ailenin kültürel geçmişini göz önüne almak çok önemlidir.
No previous experience is required.
- Geçmiş deneyim gerekli değil.
In former days, men sold themselves to the Devil to acquire magical powers. Nowadays they acquire those powers from science, and find themselves compelled to become devils.
- Geçmişte insanlar sihirli güçler kazanmak için kendilerini şeytana satarlardı. Şimdilerde bu güçleri bilimden kazanıyorlar ve kendilerini şeytanlaşmak zorunda buluyorlar.
I must've passed out.
- Kendimden geçmiş olmalıyım.
My grandparents were German, and the language has been passed down to me and my brother.
- Büyükbaba ve büyükannelerim Almandı ve dil bana ve erkek kardeşime geçmiş oldu.
The only thing that matters is what you do today, yesterday is gone.
- Önemli olan bugün ne yaptığındır, dün geçmişte kalmıştır.
Tom was only gone for fifteen minutes.
- Tom sadece on beş dakika kendinden geçmişti.
Let's let bygones be bygones.
- Bırak geçmişte kalsın.
No one can bring back a bygone era.
- Kimse geçmiş dönemi geri getiremez.
I must've passed out.
- Kendimden geçmiş olmalıyım.
My grandparents were German, and the language has been passed down to me and my brother.
- Büyükbaba ve büyükannelerim Almandı ve dil bana ve erkek kardeşime geçmiş oldu.
Sometimes Tom uses the preterite incorrectly.
- Bazen Tom geçmiş zamanı yanlış kullanıyor.