O, talihsizliğine gülümsemek zorunda kaldı.
- She had to smile at her misfortune.
Bütün yapman gereken gülümsemek.
- All you have to do is smile.
Hakkında gülmek için ne var?
- What's there to smile about?
Tom Mary'ye güldüğünde o geri gülmekten kendini alamadı.
- When Tom smiled at Mary, she couldn't help but smile back.
O bir tebessümle söyledi.
- She said with a smile.
Bana bir tanıma tebessümü verdi.
- He gave me a smile of recognition.
Tom, Mary'ye sıcak bir gülücük verdi.
- Tom gave Mary a warm smile.
Tom, Mary'ye kocaman bir gülücük verdi.
- Tom gave Mary a big smile.
Mutlu bir gülümseme ile yüzünüzü koruyabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
O, yaşlı kadına sıcak bir gülümseme fırlattı.
- She shot a warm smile at the old lady.