güzelleştirmek

listen to the pronunciation of güzelleştirmek
Турецкий язык - Английский Язык
beautify

Hundreds of years ago, married Japanese women would blacken their teeth to beautify themselves. - Yüzyıllar önce evli Japon kadınlar kendilerini güzelleştirmek için dişlerini karartırlardı.

embellish
face-lift
to beautify, to embellish, to smarten
adorn
perk up
to beautify, make (something) beautiful
pretty up
prettify
do up
gild
glorify
enhance
relieve
face lift
trig
güzel
{s} good

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

I am surprised that she refused such a good offer. - Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.

güzel
{s} lovely

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

Meg has a lovely face. - Meg'in güzel bir yüzü var.

güzel
pleasant

It was a pleasant day, but there were few people in the park. - Güzel bir gündü ama parkta çok az kişi vardı.

It is very pleasant to cross the ocean by ship. - Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

I am more beautiful than you. - Ben senden daha güzelim.

güzel
pretty

Trang is as pretty as Dorenda. - Trang Dorenda kadar güzeldir.

She sang pretty well. - O oldukça güzel söyledi.

güzel
nice

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

It must be nice to have friends in high places. - Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.

güzel
{s} fine

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

The island has a fine harbor. - Adanın güzel bir limanı var.

güzel
smart

I think it's the smart thing to do. - Sanırım o yapmak için güzel şey.

She's smarter than Mary, but not as beautiful. - O, Mary'den daha akıllı fakat onun kadar güzel değil.

güzel
beauty

Japan is famous for her scenic beauty. - Japonya manzara güzelliğiyle ünlüdür.

The beauty of the scenery is beyond description. - Manzaranın güzelliği kelimelerle anlatılamaz.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

The handsome prince fell in love with a very beautiful princess. - Yakışıklı prens çok güzel bir prensese aşık oldu.

güzel
beautifully

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

What should we do to protect the beautiful earth from pollution? - Güzel dünyayı kirlilikten korumak için ne yapmalıyız?

güzel
delight
güzel
nicely

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzelleştirme
embellishment
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

A pretty girl like you will definitely be noticed. - Senin gibi güzel bir kız kesinlikle fark edilir.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

That girl is good-looking. - O kız güzel görünümlü.

Mary is a good-looking woman. - Mary güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzelleştirme
embellishing
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

güzel
grand

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

güzel
princely
güzel
stunning

Alice has stunning legs. - Alice çok güzel bacaklara sahip.

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

güzel
attractive

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

güzelleştirme
beautification
güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're prettier than her. - Sen ondan daha güzelsin.

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

This flower smells sweet. - Bu çiçek güzel kokuyor.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
güzelleştirme
adornment
güzelleştirme
embellish
Турецкий язык - Турецкий язык
güzelleştirmek
Избранное