güzelce

listen to the pronunciation of güzelce
Турецкий язык - Английский Язык
fair
in style
well
thoroughly

It is very important that you wash your hands thoroughly after changing a baby's diaper. - Bebeğin altını değiştirdikten sonra ellerinizi güzelce yıkamanız çok önemlidir.

Tom seems to be thoroughly enjoying himself. - Tom güzelce eğleniyor gibi görünüyor.

pretty, fair, of modest beauty
beautifully; properly, thoroughly
fairly
beautifully

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

The church was beautifully decorated with flowers. - Kilise çiçeklerle güzelce dekore edildi.

properly
nicely

I thought it worked nicely. - Onun güzelce çalıştığını düşündüm.

Tom's creative thinking nicely complemented Mary's organizational talents. - Tom'un yaratıcı düşüncesi Mary'nin örgütsel yeteneklerini güzelce tamamladı.

güzel
{s} good

I am surprised that she refused such a good offer. - Onun böyle güzel bir teklifi reddetmesine şaşırdım.

It smelled really good. - Gerçekten güzel koktu.

güzel
{s} lovely

Meg has a lovely face. - Meg'in güzel bir yüzü var.

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

güzel
pleasant

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

It is very pleasant to cross the ocean by ship. - Gemi ile okyanusu geçmek çok güzel.

güzel
{s} beautiful

What a beautiful rainbow! - Ne güzel bir gökkuşağı!

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

güzel
pretty

Betty is a pretty girl, isn't she? - Betty güzel bir kızdır, değil mi?

I found at my elbow a pretty girl. - Yanı başımda güzel bir kız buldum.

güzel
nice

What a nice surprise! - Ne güzel bir sürpriz!

It must be nice to have friends in high places. - Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.

güzelce dikkat et
nota bene
güzelce durulamak
give someting a good rinse
güzel
{s} fine

His speech contained many fine phrases. - Konuşması birçok güzel cümle içeriyordu.

He wrote a fine preface to the play. - O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.

güzel
smart

Mary is smarter than Jane who is prettier than Susan. - Mary Susan'dan daha güzel olan Jane'den daha akıllı.

She's smarter than Mary, but not as beautiful. - O, Mary'den daha akıllı fakat onun kadar güzel değil.

güzel
beauty

That car is a real beauty. - O araba gerçek bir güzelliktir.

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

güzel
beautifully

She writes beautifully. - O güzel şekilde yazar.

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Why sentences? …you may ask. Well, because sentences are more interesting. - Neden cümleler? ... diye sorabilirsiniz. Güzel, çünkü cümleler daha ilgi çekicidir.

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

I advised the shy young man to declare his love for the beautiful girl. - Ben, utangaç genç adama güzel kıza aşkını ilan etmesini tavsiye ettim.

The beautiful French language is lost. - Güzel Fransızca lisanı kayboldu.

güzel
delight
güzel
nicely

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

One of the nice things about being bald is that you never have a bad hair day. - Kel olmakla ilgili güzel şeylerden biri, asla kötü bir saçlı bir gününün olmamasıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

Mary was definitely the prettiest girl at the party. - Mary kesinlikle partide en güzel kızdı.

The real definition of science is that it's the study of the beauty of the world. - Bilimin gerçek tanımı, dünyanın güzelliğini araştırmaktır.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

He wants to meet that good-looking girl. - Güzel bir kızla tanışmak istiyor.

Mary is a good-looking woman. - Mary güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

güzel
grand

Every day grandfather and grandmother gave the kitten plenty of milk, and soon the kitten grew nice and plump. - Büyük babam ve büyük annem kedi yavrusuna her gün bir sürü süt verdi ve kısa sürede yavru güzel ve tombul oldu.

I have bought an adorable doll for my granddaughter. - Torunum için çok güzel bir bebek satın aldım.

güzel
princely
güzel
stunning

Mary is stunningly beautiful. - Mary şaşırtıcı bir şekilde güzel.

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

güzel
attractive

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

My book is prettier than my friend's. - Benim kitabım arkadaşımınkinden daha güzel.

She is getting prettier and prettier. - Gittikçe güzelleşiyor.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

This woman is very good looking. - Bu kadın çok güzel görünüyor.

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

He whispered sweet nothings into her ear. - Kulağına güzel ama anlamsız sözler fısıldadı.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
Турецкий язык - Турецкий язык
Tokat'ta, Finize çayı üzerinde, sulama amacıyla 1995-2001 yılları arasında inşa edilmiş bir baraj
İyice, adamakıllı
Güzele yakın, güzel gibi
güzel
Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde
güzel
Pek iyi, doğru
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BEHİYE
güzel
Görgü kurallarına uygun olan
güzel
Güzellik kraliçesi
güzel
Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran
güzel
Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı
Güzel
cemile
Güzel
cıcık
Güzel
gökçe
Güzel
cemil
Güzel
(Osmanlı Dönemi) CEMİL
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BÂHİR
güzel
Güzel kız veya kadın
güzel
Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran
güzel
İyi; hoş
güzel
Sakin, hoş (hava)
güzel
Sakin, hoş
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran. İyi, hoş: "Güzel şey canım, milletvekili olmak!"- Ç. Altan
güzelce
Избранное