güzelce

listen to the pronunciation of güzelce
Турецкий язык - Английский Язык
fair
in style
well
thoroughly

Tom seems to be thoroughly enjoying himself. - Tom güzelce eğleniyor gibi görünüyor.

It is very important that you wash your hands thoroughly after changing a baby's diaper. - Bebeğin altını değiştirdikten sonra ellerinizi güzelce yıkamanız çok önemlidir.

pretty, fair, of modest beauty
beautifully; properly, thoroughly
fairly
beautifully

The church was beautifully decorated with flowers. - Kilise çiçeklerle güzelce dekore edildi.

She played the piano beautifully. - O, güzelce piyano çaldı.

properly
nicely

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

I thought it worked nicely. - Onun güzelce çalıştığını düşündüm.

güzel
{s} good

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

This sure tastes good! - Gerçekten güzel bir tadı var.

güzel
{s} lovely

We had a lovely meal. - Biz güzel bir yemek yedik.

Whenever we have such lovely rain, I recall the two of us, several years ago. - Her nezaman böyle güzel bir yağmurumuz olsa, ben yıllar öncesini, ikimizi hatırlıyorum.

güzel
pleasant

Today was a pleasant day. - Bugün güzel bir gündü.

I had a pleasant dream last night. - Dün gece güzel bir rüya gördüm.

güzel
{s} beautiful

She is very beautiful, and what is more, very wise. - O çok güzeldir, daha neyse çok akıllıcadır.

I am more beautiful than you. - Ben senden daha güzelim.

güzel
pretty

Betty is a pretty girl, isn't she? - Betty güzel bir kızdır, değil mi?

My mother bought me a pretty dress this past Sunday. - Geçtiğimiz Pazar annem bana güzel bir elbise aldı.

güzel
nice

It must be nice to have friends in high places. - Yüksek yerlerde arkadaşlara sahip olmak güzel olmalı.

I wonder if it will be nice. - Havanın güzel olup olmayacağını merak ediyorum.

güzelce dikkat et
nota bene
güzelce durulamak
give someting a good rinse
güzel
{s} fine

Effort produces fine results. - Çaba güzel sonuçlar üretir.

He wrote a fine preface to the play. - O, oyun için güzel bir önsöz yazdı.

güzel
smart

Mary is not only beautiful, she's smart, too. - Mary sadece güzel değil, o akıllı da.

I think it's the smart thing to do. - Sanırım o yapmak için güzel şey.

güzel
beauty

How about spending an elegant and blissful time at a beauty salon? - Bir güzellik salonunda hoş ve mutlu bir zaman geçirmeye ne dersin?

Words cannot express the beauty of the scene. - Kelimeler manzaranın güzelliğini ifade edemez.

güzel
likely

It is likely to be fine tomorrow. - Yarın hava muhtemelen güzel olacak.

güzel
handsome

A very handsome prince met an exceptionally beautiful princess. - Çok yakışıklı bir prens istisnai güzel bir prensesle tanıştı.

He had handsome dark eyes with long lashes. - Onun uzun kirpikli güzel koyu gözleri vardı.

güzel
beautifully

The actress was dressed beautifully. - Aktris güzel giyinmişti.

She can sing and dance beautifully. - O güzel şekilde şarkı söyleyebilir ve dans edebilir.

güzel
beautiful, good-looking, elegant; pretty, nice, lovely; good, fine; (hava) fine, pleasant, favourable; shapely; enjoyable; beautifully; well; nicely; beauty; beauty queen; Fine! Good! Well!
güzel
prettily
güzel
{s} well

Switzerland is a very beautiful country and well worth visiting. - İsviçre, çok güzel bir ülkedir ve ziyaret edilmeye değerdir.

Mariko speaks English well. - Mariko İngilizceyi güzel konuşur.

güzel
{s} nifty
güzel
comely
güzel
the beautiful

The beautiful girl with black hair was in the park. - Siyah saçlı güzel kız parkta idi.

We stood looking at the beautiful scenery. - Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.

güzel
delight
güzel
nicely

Tom is dressed very nicely. - Tom çok güzel giyinmiş.

The fire's blazing nicely now. - Ateş artık güzelce yanıyor.

güzel
dilly
güzel
enjoyable
güzel
wellfavored
güzel
sightly
güzel
favourable
güzel
(Argo) bad

I can't help but feel like the ending of Breaking Bad was ridiculously rushed, still an amazing show but it could've been better. - Kendimi Breaking Bad'in sonunun gülünç bir şekilde aceleye getirildiğini düşünmekten alıkoyamıyorum - yine de çok güzel bir dizi ama daha iyi olabilirdi.

Time is a good physician, but a bad cosmetician. - Zaman iyi bir hekim ama kötü bir güzellik uzmanıdır.

güzel
spiffy
güzel
{s} well favoured
güzel
{s} beauteous
güzel
treacly
güzel
sheene
güzel
charming

Jane is fat and rude, and smokes too much. However, Ken thinks she's lovely and charming. That's why they say love is blind. - Jane şişman ve kaba ve çok sigara içiyor. Fakat, Ken onun güzel ve çekici olduğunu düşünüyor. Aşkın gözü kördür demelerinin nedeni bu.

güzel
dreamy
güzel
elegant

Fifth Avenue is an elegant street. - Beşinci sokak güzel bir sokaktır.

The Avenue of the Champs Elysées is very beautiful and very elegant. - Şanzelize Caddesi çok güzel ve çok şıktır.

güzel
(Konuşma Dili) bully for you
güzel
winsome
güzel
gaiiant
güzel
sharp

The most beautiful flowers have the sharpest thorns. - En güzel çiçeklerin en keskin dikenleri vardır.

güzel
self sufficiency
güzel
well-favored
güzel
agreeable
güzel
well-favoured
güzel
delicate
güzel
(Argo) def

The most beautiful victory is to defeat one's heart. - En güzel zafer, birinin kalbini kazanmaktır.

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

güzel
good-looker
güzel
delicious
güzel
grateful
güzel
good-looking

She said that she was good-looking. - O, güzel olduğunu söyledi.

Mary is a very good-looking woman. - Mary çok güzel bir kadın.

güzel
rosy

She has beautiful rosy cheeks. - Onun güzel al yanakları var.

güzel
cherub
güzel
delightful
güzel
enviable
güzel
personable
güzel
gallant
güzel
glorious
güzel
bracing
güzel
shapely
güzel
graceful

Ice skating can be graceful and beautiful. - Buz pateni zarif ve güzel olabilir.

She is beautiful, and what is more, very graceful. - O güzel ve ayrıca çok zarif.

güzel
fair

Life isn't fair, but it's still good. - Yaşam adil değil ama hala güzel.

After the rain, fair weather. - Yağmurdan sonra, güzel hava.

güzel
grand

I have three beautiful granddaughters. - Üç tane güzel kız torunum var.

My grandfather goes for a walk on fine days. - Dedem güzel günlerde yürüyüşe gider.

güzel
princely
güzel
stunning

She is stunningly good-looking. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldir.

She was stunningly beautiful. - O şaşırtıcı bir şekilde güzeldi.

güzel
attractive

Mary isn't as beautiful as her sister, but she's still quite attractive. - Mary kız kardeşi kadar güzel değil fakat hâlâ oldukça çekici.

She is very pretty, I mean, she is attractive and beautiful. - O çok sevimlidir, yani, çekici ve güzeldir.

güzel
bully
güzel
dilly peach
güzel
prettier

You're definitely prettier than Mary. - Kesinlikle Mary'den daha güzelsin.

You're prettier than her. - Sen ondan daha güzelsin.

güzel
nice looking
güzel
beautifull
güzel
good, excellent, fine
güzel
bonny
güzel
good looking

That lady is very good looking. - O hanım çok güzel gözüküyor.

What did you think of Tom? He's got a nice voice. Just a nice voice? Well, his face is nothing special, right? Really! I think he's pretty good looking. - Tom hakkında ne düşünüyorsun? Onun güzel bir sesi var. Sadece güzel bir ses mi? Pekala, onun yüzü özel bir şey değil, değil mi? Gerçekten mi! Sanırım o oldukça yakışıklı.

güzel
belle

Mary looked like Belle from the Beauty and the Beast. - Mary Güzel ve Çirkin'den Belle'ye benziyordu.

güzel
beautifully, well
güzel
sweet

That flower smells sweet. - O çiçek güzel kokuyor.

Because you're a sweet and lovely girl. - Çünkü sen tatlı ve güzel bir kızsın.

güzel
plummy
güzel
swell
güzel
beauty queen
güzel
ducky
güzel
pulchritudinous
güzel
beautiful, pretty
güzel
sapid
güzel
appealing

It is possible to launder language to make it more appealing and uplifting. - Onu daha güzel ve çekici yapmak için dili aklamak mümkündür.

güzel
goluptious
güzel
goodly
güzel
junoesque
güzel
goodlooking
güzel
copesetic
güzel
favorable

Attendance should be good provided the weather is favorable. - Hava güzel olması koşuluyla, katılım iyi olmalı.

güzel
{s} well favored
Турецкий язык - Турецкий язык
Tokat'ta, Finize çayı üzerinde, sulama amacıyla 1995-2001 yılları arasında inşa edilmiş bir baraj
İyice, adamakıllı
Güzele yakın, güzel gibi
güzel
Hoşa giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde
güzel
Pek iyi, doğru
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BEHİYE
güzel
Görgü kurallarına uygun olan
güzel
Güzellik kraliçesi
güzel
Beklenene uygun düşen ve başarı düşüncesi uyandıran
güzel
Okşayıcı, aldatıcı, kandırıcı
Güzel
cemile
Güzel
cıcık
Güzel
gökçe
Güzel
cemil
Güzel
(Osmanlı Dönemi) CEMİL
Güzel
(Osmanlı Dönemi) BÂHİR
güzel
Güzel kız veya kadın
güzel
Soyluluk ve ahlaki üstünlük düşüncesi uyandıran
güzel
İyi; hoş
güzel
Sakin, hoş (hava)
güzel
Sakin, hoş
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran
güzel
Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoşa giderek hayranlık uyandıran. İyi, hoş: "Güzel şey canım, milletvekili olmak!"- Ç. Altan
güzelce
Избранное