Women are physically weaker than men.
- Kadınlar fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüzdür.
She was still weak after her illness.
- O, hastalığından sonra hâlâ güçsüzdü.
Superstition is the religion of feeble minds.
- Batıl inanç güçsüz akılların dinidir.
He was powerless in the face of death.
- Ölümün yüzü karşısında güçsüzdü.
Tom felt completely powerless.
- Tom kendini tamamen güçsüz hissetti.
I'm feeling very shaky.
- Çok güçsüz hissediyorum.
You think I'm weak, don't you?
- Benim güçsüz olduğumu düşünüyorsun, değil mi?
Do you want people to think you're weak?
- İnsanların senin güçsüz olduğunu düşünmesini istiyor musun?
I am getting weaker and weaker!
- Gittikçe güçsüzleşiyorum.
Women are physically weaker than men.
- Kadınlar fiziksel olarak erkeklerden daha güçsüzdür.
Turkish war of independence against Eurpean imperialist powers had lasted from 1919 to 1923.
- Avrupalı emperyalist güçlere karşı yapılan Türk İstiklal Savaşı 1919'dan 1923'e kadar devam etti.
In critical moments even the very powerful have need of the weakest.
- Kritik anlarda en güçlülerin bile zayıflara ihtiyacı vardır.
Western nations have to put their heads together to strengthen the dollar.
- Batılı ülkeler doları güçlendirmek için baş başa verip düşünüyorlar.
A great warrior radiates strength. He doesn't have to fight to the death.
- Büyük bir savaşçı güç yayar. O ölümüne savaşmak zorunda değildir.
At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack.
- Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.
In the first few hours of the battle, Union forces were winning.
- Savaşın ilk birkaç saati içinde, Birlik güçleri kazanıyorlardı.
Japan is a mighty nation.
- Japonya güçlü bir ulustur.
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
The ability to show weakness is a strength.
- Zayıflığı gösterme yeteneği bir güçtür.
Courage is very important. Like a muscle, it is strengthened by use.
- Cesaret çok önemlidir. Bir kas gibi kullandıkça güçlenir.
You need to have strong thigh muscles to skate.
- Paten yapmak için güçlü uyluk kaslarının olması gerekir.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
Athletes must be tough not only physically, but also mentally.
- Atletler sadece fiziksel olarak değil fakat aynı zamanda zihinsel olarak da güçlü olmalılar.
Times are tough. Try to be strong!
- Devir kötü. Güçlü olmaya çalış!
Calm is a virtue of the strong.
- Sakinlik, güçlünün bir erdemidir.
Tom has a strong sense of duty.
- Tom'un güçlü bir görev duygusu var.
A high savings rate is cited as one factor for Japan's strong economic growth because it means the availability of abundant investment capital.
- Yüksek tasarruf oranı Japonya'nın güçlü ekonomik büyümesi için bir faktör olarak kabul edilmektedir.Çünkü o bol yatırım sermayesi kullanılabilirliği anlamına gelmektedir.
He was confronted with some difficulties.
- Bazı güçlüklerle yüz yüze getirildi.
She had no difficulty in learning the poem by heart.
- O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom could barely hear what Mary was trying to say.
- Tom Mary'nin ne söylemeye çalıştığını güçlükle işitebiliyordu.
They are trying to cozy up to imperialist forces in order to achieve their political aims.
- Onlar politik amaçlarına ulaşmak için sömürgeci güçlere yaranmaya çalışmaktadırlar.
I'm strong enough to carry those heavy metal boxes.
- Bu ağır metal kutuları taşımak için yeterince güçlüyüm.
We expect heavy resistance.
- Güçlü direnme bekliyoruz.
Germany then had a powerful army.
- O zaman Almanya'nın güçlü bir ordusu vardı.
He has powerful arms.
- Onun güçlü bir kolları var.
Despite concerted effort by the government and private actors, the language's future is bleak.
- Hükümet ve özel aktörlerin çok güçlü çabalarına rağmen dilin geleceği umutsuzdur.
He had no difficulty in solving the problem.
- Sorunun çözümünde hiç güçlük çekmedi.
She had no difficulty in learning the poem by heart.
- O, şiiri ezberlemede güçlük çekmedi.
They answered their teacher's question with difficulty.
- Onlar öğretmenlerinin sorusuna güçlükle cevap verdi.
I finished my homework with difficulty.
- Ödevimi güçlükle bitirdim.
The cells have the capacity to convert food into energy.
- Hücrelerin gıdayı enerjiye dönüştürme güçleri var.
Tom has difficulty controlling his anger.
- Tom öfkesini kontrol etmekte güçlük çekiyor.
Franco's forces took control in Spain.
- Franko'nun güçleri İspanya'da kontrolü ele geçirdi.
Tom could hardly wait to see Mary.
- Tom Mary'yi görmek için güçlükle bekleyebiliyordu.
Some stars are hardly visible to the naked eye.
- Bazı yıldızlar çıplak gözle güçlükle görülebilmektedir.
Do you remember that baffling murder case?
- O güç cinayet davasını hatırlıyor musunuz?
The pen is mightier than the sword.
- Kalem kılıçtan daha güçlüdür.
A powerful spirit resides in the forest.
- Güçlü bir ruh ormanda ikamet eder.
She chose the most spirited horse in the stable.
- O, ahırdaki en güçlü atı seçti.
This boat is made with high grade aluminum and high strength iron.
- Bu tekne üstün kaliteli alüminyum ve yüksek güçlü demir ile yapılır.
I don't like eating pineapples. They have a strong smell.
- Ben ananas yemekten hoşlanmıyorum. Onların güçlü bir kokusu var.
The slave has his pride; he agrees to obey only the most vigorous despot.
- Kölenin gururunu vardır; o sadece en güçlü despota itaat etmeyi kabul eder.
Paul is more vigorous than Marc.
- Paul Marc'tan daha güçlü.
My impression of this government is that they need a more forceful economic policy, otherwise they'll encounter large problems in the future.
- Benim bu hükümet hakkındaki izlenimim onların daha güçlü bir ekonomik politikaya ihtiyaçları olduğu, aksi takdirde gelecekte büyük sorunlarla karşılaşacaklarıdır.
He was a forceful leader.
- O, güçlü bir liderdi.