Определение göze в Турецкий язык Английский Язык словарь
- cell
- spring, fountainhead
- biol. cell
- cell " hücre; spring, source
- spring
- source
- loculus
- göze çarpan
- salient
- göz
- eye
My mother looked at me with tears in her eyes.
- Annem gözlerinde yaşlarla bana baktı.
I closed my eyes to calm down.
- Sakin olmak için gözlerimi kapattım.
- göze çarpan
- notable
- göze çarpan
- {s} remarkable
- göze çarpan
- prominent
- göze çarpan
- broad
- göze almak
- venture
- göze çarpan
- outstanding
Loneliness is the fate of all outstanding people.
- Yalnızlık tüm göze çarpan insanların kaderidir.
- göze alarak
- in defiance of
- göze almak
- chance
I wouldn't want to take the chance.
- Bunu göze almak istemem.
I have to take the chance.
- Göze almak zorundayım.
- göze batan
- flagrant
- göze göz dişe diş
- an eye for an eye
- göze çarpan
- conspicuous
Hummer limousines are the ultimate symbol of conspicuous consumption.
- Hummer limuzinleri göze çarpan tüketimin nihai sembolüdür.
- göze batan çirkin şey
- eyesore
- göze göz
- eye for an eye
- göze hoş görünmek
- please the eye
- göze batmak
- (deyim) to attract attention
- göze batmak
- (deyim) to stick out, hit one in the eye
- göze görünen hayal, karaltı
- Imagine looking eyes, a blur
- göze sokmak
- afford to bring
- göze ait
- ocular
- göze ak düşmek
- to get a cataract in one's eye
- göze almak
- face up to
- göze almak
- face
- göze almak
- take the chance
I wouldn't want to take the chance.
- Bunu göze almak istemem.
I have to take the chance.
- Göze almak zorundayım.
- göze almak
- envisage
- göze almak
- to risk, accept the risk of, take or run the chance of
- göze almak
- to venture, to risk, to chance
- göze almak
- risk
Do you really want to risk that?
- Bunu gerçekten göze almak istiyor musun?
Even though it meant risking danger, he decided to go there.
- Bu, tehlikeyi göze almak anlamına gelse bile, o oraya gitmeye karar verdi.
- göze batan
- ostensible
- göze batan
- noisy
- göze batan
- glaring
How did you manage to overlook such a glaring error?
- Böyle göze batan bir hataya nasıl göz yummayı başardınız?
- göze batan
- flamboyant
- göze batan
- annoying
- göze batan şey
- eyesore
- göze batan şey
- glare
- göze batma
- flagrancy
- göze batmak
- to offend the eye
- göze batmak
- glare
- göze batmak
- 1. to stick out, hit one in the eye. 2. to attract attention
- göze gelmek
- to be affected by the evil eye, to be coveted
- göze girmek için yapılan
- insinuating
- göze girmeye çalışma
- grandstand play
- göze göz dişe diş
- person's punishment should be equal to the wrong or crime which he committed (Biblical)
- göze göz dişe diş
- eye for an eye
- göze hitap eden
- sightly
- göze hoş gelmeyen
- shapeless
- göze hoş görünmek
- to please the eye
- göze hoş görünmeyen
- unsightly
- göze çarpan
- crying
- göze çarpan
- noticeable
- göze çarpan
- visible
We received a new directive from the board yesterday. They want us to focus on our most visible projects.
- Dün kuruldan yeni bir direktif aldık. Onlar en göze çarpan projelere odaklanmamızı istiyor.
- göze çarpan
- staring
- göze çarpan
- ostensible
- göze çarpan
- demonstrative
- göze çarpan
- sharp
- göze çarpan
- salient, outstanding, prominent, conspicuous, noticeable
- göze çarpan
- arresting
- göze çarpan
- signal
- göze çarpan
- bold
- göze çarpan özellik
- striking feature
- göze çarpma
- conspicuity
- göze çarpma
- salience
- göze çarpma
- evidence
- göze çarpma
- saliency
- göze çarpma
- conspicuousness
- göze çarpmadan
- unnoticed
- göze çarpmadan
- unnoted
- göze çarpmadan ayrılmak
- leave unnoticed
- göze çarpmak
- leap out
- göze çarpmak
- leap to the eye
- göze çarpmak
- draw the attention
- göze çarpmak
- stand out
- göze çarpmak
- glitter
- göze çarpmak
- attract the attention
- göze çarpmak
- to strike one's eyes, to catch one's eyes, to stand out
- göze çarpmak
- greet the eye
- göze çarpmak
- stand out in relief
- göze çarpmak
- to strike or catch one's eyes; to be conspicuous
- göze çarpmamak
- knock about
- göze çarpmamak
- knock around
- göze çarpmamaya çalışmak
- make oneself inconspicuous
- göze çarpmayan
- unobtrusive
- göze çarpmayan
- retiring
- göze çarpmayan
- inconspicuous
- göze çarpmayan
- conservative
- göze çarpmayarak
- inconspicuously
- göz göze
- eye
Our eyes should meet when we shake hands.
- El sıktığımız zaman göz göze gelmeliyiz.
This is the first time I've looked Marika in the eye.
- Bu, Marika ile ilk defa göz göze gelmemiz.
- göz göze
- eyes to eyes
- göz göze gelmek
- to catch each other's eye
- göz
- cell
- göze çarpan
- conspicious
- birim göze
- unit cell
- dingin göze
- (Biyokimya) resting cell
- erek göze
- (Denizbilim) target cell
- göz
- (Bilgisayar) cell spreadsheet
- göz
- (İnşaat) niche
- göz
- look
My car looks shabby in comparison with his new one.
- Yenisiyle karşılaştırıldığında benim arabam külüstür gözüküyor.
I think that it likely that there was a major fault in the lookout.
- Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.
- göz
- locker
- göz
- spring
I'm looking forward to the return of spring.
- Baharın gelişini dört gözle bekliyorum.
- göz
- glance
He took a glance at the papers.
- O, evraklara bir göz attı.
I glanced at his letter.
- Onun mektubuna göz attım.
- göz
- section
- göz
- subterranean
- göze almak
- (deyim) run the risk of
- göze çarpan
- apparent
- göze çarpmak
- conspicuous
- ikili göze
- (Bilgisayar,Teknik) binary cell
- göz
- drawer
Tom looked through the drawers.
- Tom çekmeceleri gözden geçirdi.
- göze çarpan
- pronounced
- göze çarpan
- discrete
- göze çarpan
- marked
- göze çarpan
- eye-catching
- Bakan göze yasak olmaz
- (Atasözü) A cat may look at a king
- Sakınılan göze çöp batar
- (Atasözü) What one fears always happen
- göz
- optic
The use of optical instruments with this product will increase eye hazard.
- Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.
- göz
- to eye
- göz
- browses
- göz
- opthalmic
- göze çarpmak
- tell
- Göz
- (Tıp) ophthalmus
- amacı uğruna tehlikeyi göze alma
- brinkmanship
- açık göze
- open cell
- göz
- cubicle
- göz
- ophthalmic
- göz
- eye (on a potato)
- göz
- ocular
- göz
- drawer (in a piece of furniture)
- göz
- bad luck inflicted by an evil eye
- göz
- eye (in cheese); hole (in bread)
- göz
- fountainhead, source (of a stream or river); spring
- göz
- cubby
- göz
- eye (of a needle)
- göz
- orbital
- göz
- desire, interest
- göz
- eye; sight; cell
- göz
- cuddy; eyehole
- göz
- esteem, favor, friendly regard
- göz
- optical
The use of optical instruments with this product will increase eye hazard.
- Bu ürünle birlikte optik aletlerin kullanımı göz tehlikesini artıracaktır.
- göz
- eye, the depression at the calyx end of some fruits
- göz
- evil eye
- göz
- eye; glance, look; compartment, section, division; drawer, locker; (ağ) mesh; spring, source; bud
- göz
- opto
- göz
- central core (of a boil)
- göz
- division, section, compartment; pigeonhole; cubbyhole
- göz
- eye, manner or way of looking at a thing; estimation; opinion
- göz
- sight, vision
- göz
- cubbyhole
- göz
- rudimentary bud
- göz
- orb
Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn.
- Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.
- göz
- pan (of a balance)
- göz
- compartment
Tom searched the glove compartment for a map.
- Tom harita için torpido gözünü aradı.
Have you looked in the glove compartment?
- Torpido gözüne baktın mı?
- göz
- section, division, square (on a game board)
- göz
- small hole (as in a needle); optic; blinker; orbit
- göz
- {i} orbit
Astronomers have observed sixty-two moons orbiting Saturn.
- Astronomlar, Satürn'ün yörüngesinde altmış iki tane uydu gözlemlediler.
- göz
- whammy
- göz
- {i} sight
He hid his dictionary out of sight.
- O, gözden uzak bir yere sözlüğünü sakladı.
We lost sight of him.
- Onu gözden kaybettik.
- göz
- {i} blinker
Why do horses wear blinkers?
- Atlar neden at gözlükleri takarlar?
- göz
- {i} cuddy
- göz
- peeper
- göz
- {i} glim
It's still impossible with the naked eye. With binoculars you might be able to glimpse it....
- Çıplak gözle hâlâ imkansız. Ona dürbünle bakabilirsin.
In looking through the mist, I caught a glimpse of my future.
- Sis perdesinin arasından, kendi geleceğim gözüme ilişti.
- göz
- loculus
- göz
- {i} eyehole
- göze almak
- adventure
- göze girmek
- get in someone's good books
- göze çarpan
- screaming
- göze çarpan
- flashy
- her şeyi göze alma
- desperation
- her şeyi göze almış
- desperate
- her şeyi göze almış kimse
- desperado
- her şeyi göze olmak
- stick at nothing
- iki gözle görme/ göze değgin görme
- binocular vision
- kapalı göze
- closed cell
- manyetik göze
- magnetic cell
- perde inme (göze vb)
- (Tıp) redout
- tehlikeyi göze almak
- take a risk
- tehlikeyi göze almak
- run a risk
- tehlikeyi göze almak
- to take the risk
- tehlikeyi göze almak
- adventure oneself
- yanında göze çarpmak
- be in relief against
- yapmayı göze almak
- run the risk of doing smth
- ölümü göze almak
- to be willing to risk one's life
- ölümü göze almak
- to risk one's life
- ısılçift göze
- thermopile