gösteriş

listen to the pronunciation of gösteriş
Турецкий язык - Английский Язык
show off

She likes to show off. - O gösteriş yapmayı sever.

Layla didn't like to show off. - Leyla gösteriş yapmaktan hoşlanmadı.

{i} vanity

She wears vanity glasses. - O gösteriş gözlükleri takıyor.

glossiness
array
flourish
blazon
dash
showing, demonstrating; affectation, airs, ostentation; eyewash
furbelows
glitter
showiness, imposing appearance, striking appearance
frill
ostentation
parade
panache
blazonry
affectation
pretension
pomposity
showing, demonstrating
put on
flashiness
show

He was the kind of kid who was always showing off to his classmates. - Her zaman sınıf arkadaşlarına gösteriş yapan türde bir çocuktu.

This showy dress isn't appropriate for me. - Bu gösterişli elbise benim için uygun değil.

gaiety
display
showing off, ostentation
showing off

He was the kind of kid who was always showing off to his classmates. - Her zaman sınıf arkadaşlarına gösteriş yapan türde bir çocuktu.

Tom must've been showing off. - Tom gösteriş yapıyor olmalı.

showiness
shew
splendidness
pride
aspect
grand
frills
reasoning
window dressing
figure
splurge
bravado
airs
showing-off
splash
{i} flaunt

Tom doesn't flaunt his wealth. - Tom servetiyle gösteriş yapmaz.

shown off
designating
showoff
galantness
whoopdedo
{i} veneer
window
flare
shtick
gaudiness
{i} swank
exterior
veneering
gösteriş yapmak
show off

Layla didn't like to show off. - Leyla gösteriş yapmaktan hoşlanmadı.

gösteriş yapmak
flaunt
gösteriş, çekici hareket
hits, taking action
gösteriş için
for show
gösteriş için
for effect
gösteriş meraklısı olmak
to be fond of show
gösteriş meraklısı olmak
be fond of show
gösteriş meraklısı tip
peacock
gösteriş yapmak
sport
gösteriş yapmak
display
gösteriş yapmak
make a show of
gösteriş yapmak
make a demonstration
gösteriş yapmak
to show off
gösteriş yapmak
swank
gösteriş yapmak
to show off, to splurge, to swank
gösteriş yapmak
parade
gösteriş yapmak
make a great display
gösteriş yapmak
splurge
göster
{f} show

I showed her my room. - Ona kendi odamı gösterdim.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

göster
(Bilgisayar) show me

Will you show me on this map, please? - Bana bu haritada gösterirmisiniz, lütfen?

Will you show me the picture? - Bana resmi gösterir misin?

göster
(Bilgisayar) unhide
göster
(Bilgisayar) point

She pointed her finger at him accusingly. - O, suçlarcasına parmağını ona gösterdi.

The compass points to the north. - Pusula kuzeyi gösterir.

göster
denote
göster
illustrate

The teacher will illustrate how to do it. - Öğretmen onun nasıl yapılacağını gösterecek.

I will give you a good example to illustrate what I mean. - Ne demek istediğimi göstermek için size güzel bir örnek vereceğim.

göster
(Bilgisayar) view

Open an image and select an image layout. Click Open for opening an image. Click Quit for quitting the program. Image Layout feature allows you to view in any layout. - Bir resim açın ve bir resim düzeni seçin. Bir resim açmak için Aça tıklatın. Programdan çıkmak için Çıkışı tıklatın. Resim Düzeni özelliği herhangi bir düzende göstermenize olanak tanır.

I want to show you a spectacular view. - Sana muhteşem bir manzara göstermek istiyorum.

göster
(Bilgisayar) quote
göster
indicate

The sign indicates the way to go. - Sinyal gidecek yolu gösterir.

Yes, you can indicate everything you see. - Evet, gördüğünüz her şeyi gösterebilirsiniz.

göster
{f} mirror

This figure is a mirror of the decrease in imports of crude oil. - Bu şekil ham petrol ithalatının azaldığının bir göstergesidir.

The painting shows a young woman combing her hair before a mirror. - Tablo, aynanın önünde saçlarını tarayan genç bir kadını gösteriyor.

göster
{f} shown

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

In his essay Esperanto: European or Asiatic language Claude Piron has shown the similarities between Esperanto and Chinese, thereby putting to rest the notion that Esperanto is purely eurocentric. - Esperanto: Avrupa veya Asya dili denemesinde Claude Piron, Esperanto ve Çince arasındaki benzerliği gösterdi ve Esperanto'nun yalnızca Avrupa merkezli olduğunu ortaya koydu.

göster
{f} indicated

All verbs are indicated in bold text. - Tüm fiiller koyu metinde gösterilir.

The red flag indicated the presence of danger. - Kırmızı bayrak tehlikenin varlığını gösterdi.

göster
{f} screened
göster
{f} screen

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} displayed

Tom displayed the contents of his wallet. - Tom cüzdanının içindekileri gösterdi.

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

göster
{f} baring

If you see the lion baring its teeth, don't think that the lion is smiling at you. - Aslanın dişlerini gösterdiğini görürsen, sana gülümsediğini sanma.

göster
{f} bared
göster
{f} showing

The teenager is showing off his new car. - Delikanlı yeni arabasını gösteriyor.

Men can only be corrected by showing them what they are. - İnsanlar sadece ne olduklarını göstererek düzeltilebilir.

göster
{f} screening

There's a good movie screening today. - Bugün iyi bir film gösterimi var.

Her health screening showed no negative results. - Onun sağlık taraması olumsuz sonuçlar göstermedi.

göster
{f} display

He never made a display of his learning. - O asla öğrendikleri ile ilgili bir gösteri yapmadı.

In the contest he fully displayed what ability he had. - O, yarışmada hangi yeteneğe sahip olduğunu gösterdi.

göster
{f} indicating

There is no sign indicating that this is a meeting room. - Bunun bir toplantı odası olduğunu gösteren hiçbir işaret yok.

göster
{f} displaying

Dan began displaying symptoms of Alzheimer's. - Dan, Alzheimer belirtileri göstermeye başladı.

göster
designated
göster
demonstrate

You should make the most of this rare opportunity to demonstrate your talent. - Yeteneğini göstermek için bu az bulunur fırsatı en iyi şekilde kullanmalısın.

African Americans demonstrated for civil rights. - Afrikalı Amerikalılar sivil haklar için gösteri yaptılar.

gereksiz gösteriş
gaud
göster
bespoke
göster
performance

Do you have any tickets for today's performance? - Bugünkü gösteri için hiç biletin var mı?

After the performance, she went backstage. - O, gösteriden sonra kulise gitti.

göster
bespeak
göster
reveal

These letters reveal her to be an honest lady. - Bu mektuplar onun dürüst bir kadın olduğunu gösteriyor.

göster
revealing
göster
bespoken
sahte gösteriş
simulacrum
zevksiz gösteriş
tawdriness
Турецкий язык - Турецкий язык
Başkalarını aldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için birinin yaptığı yapay davranış: "Eski hayat baştan başa bir nümayiş ve gösteriş hayatı idi."- A. Haşim
Gösterme işi veya biçimi
Göze çarpıcı nitelik, göz alıcılık
Görkem
Başkalarını aldatmak, şaşırtmak, korkutmak veya kendini beğendirmek için birinin yaptığı yapay davranış
nümayiş
gösteriş
Избранное