Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.
- Those selected will have to face extensive medical and psychological tests.
Gerçeklerle yüzleşmek her zaman kolay değildir.
- It is not always easy to face reality.
Tom sokakta yatan bir sarhoşu fark etti.
- Tom noticed a drunk lying in the street.
Onu dün gece barda gördüm ve o gerçekten sarhoştu.
- I saw him last night in the bar and he was really drunk.
Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
- His face is distorted by pain.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Tom iki yüzlü olduğu için dikkatli olmak daha iyi.
- Because Tom is two-faced, it's better to be careful.
İki yüzlü topluluklardan nefret ederim.
- I hate two-faced communities.
Bir dinozorla yüz yüze gelmek eğlenceli bir deneyimdi.
- Coming face to face with a dinosaur was a funny experience.
Tom onunla tek başına yüz yüze gelmek zorunda değil.
- Tom doesn't have to face it alone.
Adını öğrenmeden ve yüzünü görmeden önceleri de sana âşıktım.
- Twice and thrice had I loved thee before I knew thy face or name.
Madeni paranın önündeki sözleri anlamıyorum.
- I don't understand the words on the face of the coin.
Onların hepsi Tom'a bakmak için döndü.
- They all turned to face Tom.
Tom Mary'ye bakmak için geriye döndü.
- Tom turned around to face Mary.
The stairs shall be built in fairfaced concrete quality.
Polis memuru el fenerini sarhoş adamın yüzüne tuttu.
- The officer shone his flashlight in the drunken man's face.
Sarhoş adam düz yürüyemiyordu.
- The drunken man couldn't walk straight.
Tom'un canı sarhoş olmak istedi.
- Tom felt like getting drunk.
Çalışanların alışkanlıklarından biri sarhoş olmak ve ertesi güne kadar sefil hayatlarını unutmak için iş gününün sonunda bir barda ya da restoranda toplanmaktır.
- One of the employees' habits is to gather in some bar or restaurant at the end of the workday to get drunk and forget their miserable life until the next day.
Tom eve sürmek için çok içkili.
- Tom is too drunk to drive home.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
Kadınların yüzü giysilerini çıkardıklarında çoğunlukla daha güzeldir, zira onlar o zaman dış görünüşleri hakkında düşünmekten vazgeçerler.
- Women's faces are often more beautiful when they take their clothes off, for they then stop thinking about their external appearance.
Tom sık sık facebook'ta motivasyon alıntılar postalar.
- Tom often posts motivational quotes on Facebook.
Altı Facebook hesabımdan biri, Facebook tarafından askıya alındı.
- One of my six Facebook accounts was suspended.
Tom'un yüzünü görmek istemedim.
- I didn't want to see Tom's face.
Bu kadar çok dost yüzler görmekten mutluyum.
- I'm happy to see so many friendly faces.
Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.
- His face is distorted by pain.
Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.
- The victim's body was lying face down on the rug.
Tom hikayeyi duyduğunda suratını astı.
- Tom pulled a long face when he heard the story.
Suratına bir yumruk attı.
- He punched her in the face.
Tom'un yüzünde bıkkın, ilgisiz bir görünüş vardı.
- Tom had a bored, disinterested look on his face.
Dış görünüşe bakılırsa, hiçbir şey daha makul olamazdı.
- Nothing could be more reasonable, on the face of it.
Yüzünde dalgın bir bakışı vardı.
- She has an absent look on her face.
Uzaktan bakıldığında, kaya, bir insan yüzü gibi görünüyordu.
- Seen at a distance, the rock looked like a human face.
Ona inanma. O çok ikiyüzlüdür.
- Don't trust him. He's very two-faced.
Mutlu bir gülümseme ile yüzünüzü koruyabilirsiniz.
- You can save face with a happy smile.
Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.
- I saw his face in the dim light.
Haberi aldığı için beti benzi attı.
- His face turned pale to hear the news.
He is a sharp-faced and lean young man.
Fahişelik, kumar, uyuşturucu madde kullanımı, sarhoşluk, düzeni bozmak ve diğer yasadışı etkinlikler kesinlikle yasaklanmıştır.
- Prostitution, gambling, the use of narcotic substances, drunkenness, disorder, and all other illegal activities are STRICTLY FORBIDDEN.
Çocuklar, aptallar ve ayyaşlar doğruyu söyler.
- Children, fools and drunkards tell the truth.
O, gerçek bir ayyaştı.
- He was a real drunkard.
Şapkamı giymeyi unuttum ve yüzüm kötü biçimde güneşten yandı.
- I forgot to wear my hat and my face got badly sunburned.
Tom'un yüzü kötü bir biçimde çürük.
- Tom's face is badly bruised.
Leyla, doğduğu yer olan Mısır'a geri gönderilmekle yüz yüzeydi.
- Layla faced deportation back to her native Egypt.
Biz ve sovyetler nükleer yıkımın alışılmış tehditiyle yüz yüzeyiz ve hem kapitalizmin hem komunizmin nükleer bir savaşla mücadele etmesi olasılık dışı.
- Both we and the Soviets face the common threat of nuclear destruction and there is no likelihood that either capitalism or communism will survive a nuclear war.
Yarım milyon çocuk Nijer'de hâlâ yetersiz beslenme ile karşı karşıyadır.
- Half a million children still face malnutrition in Niger.
Kurbanın vücudu halı üzerinde yüzü aşağıya bakacak şekilde yatıyordu.
- The victim's body was lying face down on the rug.
İtibarını kaybetmek aşağılanmak anlamına gelir.
- To lose face means to be humiliated.
İtibarımı kaybetmek istemiyorum.
- I don't want to lose face.
The First Time I Got Faced —.
Michelle was of the opinion that all the best con artists were baby-faced, since that inspires trust in others.
It is rude, madam, To intrude, madam, With your brood, madam, Brazen-faced!.
Face the sun.
The face of the cliff loomed above them.
She has a pretty face.
Why the sad face?.
The fans cheered on the face as he made his comeback.
Turn the chair so it faces the table.
The bunkers faced north and east, toward Germany.
They turned to boat into the face of the storm.
I'm going to have to face this sooner or later.
He managed to show a bold face despite his embarrassment.
I'll be out in a sec, just let me put on my face.
He glanced across her at the jawless, pie-faced woman soon to be her mother-in-law, whose owlish eyes were fixed askance upon their hands.
John, in his most poker-faced manner, continued to explain the rules.
Coming home late and red-faced every night from the pub is not what I expected of you.
A red-faced John edged his way quietly out of the room.
He collapsed, red-faced from the effort, against the door jamb.
The customer gave a red-faced account of the argument with the waiter.
I can't for the life of me think where I left the tickets!, she cried out, red-faced.
That was a straight-faced lie, and you knew it.
... take Afghanistan back to the kind of dangerous situation that we faced before September 11th. ...
... when you're constantly faced with, ...