I put my fingers in my ears to block out the terrible sounds.
- Ben korkunç sesleri engellemek için parmaklarımı kulaklarıma koydum.
The minority party made a last-ditch effort to block passage of the bills.
- Azınlık partisi, faturaların geçişini engellemek için son çabayı sarfetti.
He was accused of obstruction of justice.
- O, adaleti engellemekle suçlanıyordu.
It is impossible to prevent this situation from occurring again.
- Bu durumun tekrar oluşmasını engellemek imkansız.
There's nothing you could've done to prevent that from happening.
- Onun olmasını engellemek için yapabileceğin bir şey yok.
I want to stop Tom from doing that.
- Tom'un bunu yapmasını engellemek istiyorum.
I have to stop that from happening.
- Onun olmasını engellemek zorundayım.
I don't want to interrupt them.
- Onları engellemek istemiyorum.
She put her hands over her ears to shut out the noise.
- O, gürültünün girmesini engellemek için ellerini onun kulağının üzerine koydu.
This threatens to foil our plans.
- Bu planlarımızı engellemekle tehdit ediyor.
It was hard for Tom to keep from smiling.
- Tom'un gülümsemesini engellemek zordu.
Tom tried to prevent Mary from opening the door.
- Tom Mary'nin kapıyı açmasını engellemeye çalıştı.
She tried to prevent the rumor from spreading.
- O, söylentinin yayılmasını engellemeye çalıştı.
Tom doesn't look deterred.
- Tom engellenmiş görünmüyor.
Storms at sea impeded our progress.
- Denizdeki fırtına ilerlememizi engelledi.
He has tried to impede an official investigation.
- Resmi bir soruşturmayı engellemeye çalıştı.
He hindered me in my work.
- O, işimde beni engelledi.
Bad weather hindered the air raid.
- Kötü hava hava baskınını engelledi.
Illness prevented me from going to school.
- Hastalık okula gitmemi engelledi.
The traffic accident prevented me from catching the train.
- Trafik kazası treni yakalamamı engelledi.
Phone robbery thwarted in unusual manner.
- Telefon soygunu olağanüstü bir biçimde engellendi.
He hindered me in my work.
- O, işimde beni engelledi.
Heavy fog and rain hindered the search for the missing bushwalkers.
- Ağır sis ve yağmur, doğa yürüyüşçülerini aramayı engelledi.
The construction blocked the entrance to the street.
- İnşaat, caddeye girişi engelledi.
They blocked his proposal.
- Onlar onun teklifini engellediler.
The town water supply was seriously obstructed by heavy rainfalls.
- Kasaba su ikmali ağır yağışlar tarafından ciddi şekilde engellendi.
They obstructed our plan.
- Onlar bizim planımızı engellediler.
He was accused of obstruction of justice.
- O, adaleti engellemekle suçlanıyordu.
Some people listen to music when writing, but others say it hampers their productivity.
- Bazı insanlar yazarken müzik dinler, ancak diğerleri verimliliklerini engellediğini söylüyor.
The coup attempt was foiled at the last moment.
- Darbe girişimi son anda engellendi.
This threatens to foil our plans.
- Bu planlarımızı engellemekle tehdit ediyor.
An application of a qualifier precludes non-partaking instances from the compound meaning of a term.
- Bir terimin birleşik anlamından dolayı, bir niteleyicinin kullanımı benzemeyen örnekleri engeller.
Nuclear power is stymied by the new laws.
- Nükleer güç yeni yasalar tarafından engellenmektedir.
The very pursuit of happiness thwarts happiness.
- Mutluluğun peşinde olmak mutluluğu engeller.
Phone robbery thwarted in unusual manner.
- Telefon soygunu olağanüstü bir biçimde engellendi.
She put her hands over her ears to shut out the noise.
- O, gürültünün girmesini engellemek için ellerini onun kulağının üzerine koydu.