He failed due to lack of effort.
- O, çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu.
Admitting his lack of experience, I still think that he ought to do better.
- Onun tecrübe eksikliğini kabul etmeme rağmen, hâlâ daha iyi yapması gerektiğini düşünüyorum.
A developed perception of linguistic beauty is still lacking in her.
- Dilsel güzelliğin gelişmiş algısı hâlâ onda eksik.
The last leaf of this book is missing.
- Bu kitabın son yaprağı eksik.
The statue is missing its head.
- Heykelin kafası eksik.
Tom is aware of his shortcomings.
- Tom eksikliklerinin farkında.
We're shorthanded now.
- Şimdi personel eksikliğimiz var.
The salad is incomplete without olive oil, croutons and nuts.
- Salata; zeytinyağı, kızarmış ekmek parçaları ve fındık olmadan eksiktir.
The directions seem incomplete.
- Yol tarifi eksik görünüyor.
The explorers began to suffer from a severe lack of food.
- Araştırmacılar ciddi bir gıda eksikliğinden muzdarip olmaya başladı.
He failed due to lack of effort.
- O, çaba eksikliği nedeniyle başarısız oldu.
He is by no means wanting in courage.
- Onun asla cesareti eksik değil.
Being happy doesn't mean that everything is perfect, but rather that you've decided to look beyond the imperfections.
- Mutlu olmak her şeyin mükemmel olduğu anlamına gelmez fakat aksine eksikliklerin ötesine bakmaya karar vermenizdir.
Partly because he could not receive enough information, Harper's description remains imperfect.
- Kısmen yeterli bilgiyi alamadığından dolayı Harper'in açıklaması eksik kalıyor.
Tom was never afraid even to talk about his own shortcomings.
- Tom kendi eksikliklerinden bile bahsetmeye korkmuyordu.
I'm well aware of Tom's shortcomings.
- Tom'un eksikliklerinin oldukça farkındayım.
He was born with an incompletely formed heart valve.
- O eksik olarak oluşan kalp kapağı ile doğdu.
The salad is incomplete without olive oil, croutons and nuts.
- Salata; zeytinyağı, kızarmış ekmek parçaları ve fındık olmadan eksiktir.
This was a lame attempt to conceal the fact that the author of this sentence has nothing to say.
- Bu cümlenin yazarı söyleyecek bir şeyi olmadığı gerçeğini gizlemek için bir eksik bir girişimdi.
Body temperature rising, pulse rising ... he's in a state of oxygen deficiency.
- Vücut ısısı yükseliyor, nabız yükseliyor... Onun oksijen eksikliği durumu var.
That's quite an understatement.
- O oldukça eksik bir beyan.
That's probably an understatement.
- O muhtemelen eksik bir beyandır.
She has some protein shortages.