einzig

listen to the pronunciation of einzig
Немецкий Язык - Турецкий язык
yalnız; eşsiz, biricik, yegâne
'ayhtsıln tek, biricik
{'ayhtsıln} tek, biricik
tek

Hayatta kalan tek kişi o. - Er ist der Einzige, der überlebt hat.

Sen güvenebileceğim tek insansın. - Du bist die einzige Person, der ich vertrauen kann.

bir tane
yegane

O benim yegane kaygım. - Das ist meine einzige Sorge.

biricik
Английский Язык - Турецкий язык

Определение einzig в Английский Язык Турецкий язык словарь

just
sadece

Yaz tatili sırasında sadece dinleneceğim. - I'm just going to rest during the summer vacation.

Bizim bu evimiz sadece yeniden dekore edildi ve altı aylığına burada yaşamadık. - This house of ours has just been redecorated, and we haven't lived here for sixth months.

just
henüz

Yolculuk henüz başladı. - The journey has just begun.

Johnny sadece birkaç ay önce İspanya'ya taşındı, o henüz İspanyolca konuşmaya alışkın değil. - Johnny moved to Spain just a few months ago, so he isn't used to speaking Spanish as yet.

just
{s} tam

Aptal! Seni sevdiğini söylediğinde dürüst olmuyor. Hâlâ anlamadın mı? O, tam bir altın arayıcısı. - Idiot! She's not being honest when she says she loves you. Haven't you figured it out yet? She's just a gold digger.

Muayene odasından tam ayrılırken doktor hoşça kal diyerek elini salladı. - Just as we were leaving the exam room the doctor waved his hand saying, 'bye-bye'.

just
{s} yerinde

Bence Tom'un öfkesi sadece bir savunma mekanizması; Yerinde olsam şahsen bunu kabul etmezdim. - I think Tom's anger is just a defense mechanism; I wouldn't take it personally if I were you.

Ben onu ararken sadece bir dakika yerinde kal. - Just stay put for a minute while I look for him.

just
gücü gücüne
just
zar zor

Tom testi sadece zar zor geçti. - Tom just barely passed the test.

Tom kirayı ödemek için yeterli parayı zar zor kazanmayı başardı. - Tom just barely managed to earn enough money to pay the rent.

just
haksever
just
güç bela
just
tamı tamına
just
anca

Büyükçe bir sandalye, ama kapı aralığından anca geçer. - It's a biggish chair, but it'll just barely fit through the doorway.

Barış şiddetin yokluğu değildir ancak adaletin varlığıdır. - Peace is not the absence of violence but the presence of justice.

just
tastamam
just
{s} net

Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil. - I just want a straight answer. Nothing more.

just
(İnşaat) henüz, hemen, ancak K
just
tam anlamıyla

Yeni şapkana tam anlamıyla bayılıyorum. - I just adore your new hat.

Her şey tam anlamıyla önceki gibi. - Everything's just like before.

just
tek kelimeyle

Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor. - Tom has been managing just fine.

Tom tek kelimeyle iyi yönetiyor. - Tom is managing just fine.

just
justnesshak
just
the just iyiler justly adaletle
Немецкий Язык - Английский Язык
only

Making money is not the only goal in life. - Geld zu machen, ist nicht das einzige Ziel im Leben.

The only way on Earth to multiply happiness is to divide it. - Die einzige Möglichkeit auf der Erde, Glück zu vervielfachen, ist, es zu teilen.

one
sole
solely
out-and-out
just
one and only
a single
Das einzig Ansprechende an dem Zimmer war der Ausblick.
The view was the room's only felicitous feature
Das einzig Störende war meine Schwiegermutter.
The only fly in the ointment was my mother-in-law
Für Ted war das einzig Wichtige bei seiner Arbeit das Geldverdienen.
For Ted, making money was the be-all and end-all of his job
das einzig Gute (an etwas/jdm.)
saving grace
das einzig Wahre sein
to be the real deal (for somebody/sth.)
das einzig Wichtige
the be-all and end-all (of something for somebody)