Определение eşyâ в Турецкий язык Английский Язык словарь
- ware
- article
These hand-made articles differ in quality.
- Bu el yapımı eşyalar kalite olarak farklıdır.
These articles are not for sale.
- Bu eşyalar satılık değildir.
- stuff
Don't leave your stuff behind.
- Eşyanı geride bırakma.
Tom was rummaging through some of his stuff when Mary walked into the room.
- Mary odaya girdiğinde Tom eşyalarından bazılarını karıştırıyordu.
- goods
He buys and sells leather goods.
- O, deri eşyalar alır ve satar.
Fewer workers meant fewer people with money to buy goods.
- Daha az sayıda işçi eşya satın alacak paralı daha az sayıda insan anlamına geliyordu.
- furniture
There was hardly any furniture in the house.
- Evde, neredeyse hiç eşya yoktu.
I changed the arrangement of the furniture in my room.
- Odamdaki eşyaların yerlerini değiştirdim.
- property
I entrusted my property to the lawyer.
- Eşyamı avukata teslim ettim.
- commodity
- luggage, baggage
- appointments
- furnishings, (household) goods, furniture
- bulk
- gear
- things, objects, effects, goods, property, commodity; furniture; luggage, belongings; freight
- belongings
Brian left his belongings behind.
- Brian eşyalarını geride bıraktı.
They are all my personal belongings.
- Onların hepsi benim kişisel eşyalarım.
- traps
- thing
Nobody could explain how the thing was made.
- Kimse eşyanın nasıl yapıldığını açıklayamadı.
Please leave my things as they are.
- Lütfen eşyalarımı oldukları gibi bırakın.
- things, belongings
- freight
- {i} belonging
Tom gathered together all his belongings.
- Tom tüm eşyalarını bir araya toplandı.
Put your name on all your belongings.
- Bütün eşyalarınıza adınızı yazın.
- furnish
- effects
The suspect had to lay all his personal effects on the table.
- Şüpheli tüm kişisel eşyalarını masaya koymak zorunda kaldı.
- impedimenta
- freightage
- unit
- things
Take things a little more seriously.
- Eşyaları biraz daha ciddi bir şekilde al.
Are these your things?
- Bunlar senin eşyaların mı?
- wares
- belongıngs
- paraphernalia
- trappings
- eşya tanımı
- (Ticaret) description of goods
- eşya (bagaj)
- (Askeri) baggage
- eşya makbuzu
- baggage check
- eşya piyangosu
- raffle
- eşya satışı yapılan ev
- open house
- eşya sigortası
- property insurance
- eşya tekerleği
- castor
- eşya vagonu
- luggage van
This train has no luggage van.
- Bu trenin eşya vagonu yok.
- eşya vagonu
- baggage car
On this train there is no baggage car.
- Bu trende eşya vagonu yok.
- eşdeğer eşya
- (Ticaret) equivalent goods
- eşyalar
- {i} things
Take things a little more seriously.
- Eşyaları biraz daha ciddi bir şekilde al.
I found a box of Tom's things in the closet.
- Dolapta Tom'un eşyalarının bulunduğu bir kutu buldum.
- hediyelik eşya
- souvenir
- şahsi eşya
- chose
- müzeye yeni gelen eşya
- acquisition
- hatıra eşya
- souvenir
Did you get a souvenir for your girlfriend?
- Kız arkadaşın için bir hatıra eşya aldın mı?
Tom brought back some souvenirs.
- Tom bazı hatıra eşyaları geri getirdi.
- standart yapılan eşya ile ilgili
- utility
- çelik eşya
- steel
- beyaz eşya
- white appliances
- menkul eşya
- movable
- menkul eşya
- (Ticaret) goods
- menkul eşya
- (Ticaret) chattel goods
- menkul eşya
- chattel
- nadir ve değerli eşya
- curio
- sabit eşya
- fixtures
- triko eşya
- knit goods
- unutmak eşya
- leave
- yapılmış eşya/yiyecek
- manufacture
- aynı eşya
- (Ticaret) identical goods
- beyaz eşya
- Home appliance
- değersiz eşya
- worthless item
- değişmemiş eşya
- (Ticaret) goods in the unaltered state
- elektronik eşya
- electronic goods
- eski eşya
- older articles
- eşyalar
- furnitures
- geri gelen eşya
- (Ticaret) returned goods
- hediyelik eşya
- Present, gift
- serbest dolaşımda bulunan eşya
- (Ticaret) goods released for free circulation
- tasfiye edilecek eşya
- (Ticaret) goods to be disposed
- ticari mahiyete olmayan eşya
- (Ticaret) non-commercial goods
- ticari mahiyetteki eşya
- (Ticaret) commercial goods
- antika eşya
- antique
- az yer kaplayan eşya
- space saver
- beyaz eşya
- household appliances
- bir yığın eşya
- carload
- boynuzdan yapılmış eşya
- horn
- bu kasabaya ait özel bir hediyelik eşya istiyorum
- I would like to have a souvenir of the town
- buralarda hediyelik eşya mağazası var mı
- Is there a gift shop nearby
- cam eşya
- glassware
- demir eşya
- ironware
- demir eşya
- ironwork
- demirbaş eşya
- inventory stock
- demirbaş eşya
- permanent or heavy fixtures or equipment
- demirbaş eşya
- fixtures and equipment
- deri eşya
- leather good
- devren gelen mal veya eşya
- carryover
- değersiz eşya
- truck
- elden düşme eşya
- hand me down
- emanet eşya bürosu
- check room
- en yakın hediyelik eşya mağazası nerede
- Where is the nearest gift shop
- eski eşya satışı
- rummage sale
- gayrimenkul eşya
- (Ticaret) real chattel
- gereksiz eşya
- lumber
- gereksiz eşya
- white elephant
- gümüş eşya
- silver
- gümüş eşya
- silverware
If you don't keep the silverware polished, it'll lose its luster.
- Gümüş eşyaları cilalı tutmazsan parlaklığını kaybederler.
- gümüş eşya
- silver plate
- hatıra eşya
- remembrance
- hediyelik eşya dükkanı
- (Ticaret) gift market
- hediyelik eşya dükkanı
- curiosity shop
- hediyelik eşya dükkânı
- souvenir shop
- hediyelik eşya mağazası
- gift shop
The gift shop is on the second deck.
- Hediyelik eşya mağazası ikinci katta.
- hediyelik eşya mağazası
- souvenir shop
- hediyelik eşya mağazası
- souvenir department
- indirimli eşya tezgahı
- (Ticaret) bargain counter
- kayıp eşya
- waif
- kayıp eşya
- lost property
- kayıp eşya
- left luggage
- kayıp eşya bürosu
- lost and found
- kayıp eşya bürosu
- left luggage office
- kayıp eşya bürosu nerede
- Where is the lost and found
- kayıp eşya bürosuna baktınız mı
- Have you checked the lost and found
- kayıp eşya bürosuna gitmelisiniz
- You should check the lost and found
- kayıp eşya dolabı
- left luggage locker
- kaçak eşya
- contraband
- kaçak eşya/mal
- smuggled goods
- kelepir eşya
- steal
- kiralık eşya
- rental
- kişisel eşya
- goods and chattels
- kişisel eşya
- belongings
May I leave my belongings on the bus?
- Kişisel eşyalarımı otobüste bırakabilir miyim?
Tom sold all of his belongings.
- Tom kişisel eşyalarının hepsini sattı.
- kristal eşya
- crystalware
- kristal eşya
- crystal
- kullanılmış eşya satıcısı
- secondhand dealer
- kullanılmış eşya satışı
- rummage sale
- kurtarılabilir eşya
- salvable
- kurtarılan eşya
- salvage
- kürk eşya
- peltry
- lake eşya
- lacquer
- lüzumsuz eşya
- lumber
- lüzumsuz eşya ile doldurmak
- lumber
- madeni eşya
- hardware
- menkul eşya
- movables
- moda eşya
- fancy goods
- otelinizin hediyelik eşya mağazası var mı
- Does the hotel have a souvenir shop
- parça eşya taşıyacağım
- carry on pieces
- pirinçten yapılmış eşya veya kaide
- brass
- porselen eşya
- chinaware
- porselen eşya
- ware
- portatif eşya
- knockdown
- preslenmiş saç eşya
- stamping
- rehin eşya
- pledged article
- sabit eşya
- fixture
- satılık eşya
- merchandise
- satılık eşya
- wares
- seramik eşya
- ceramics
- seramik eşya
- ceramic ware
- tahta antika eşya
- treen
- taşınabilir eşya
- portable
- ticari eşya
- article of trade
- toptan eşya fiyat endeksi
- (Hukuk) wholesale price index
- toptan eşya fiyat indeksi
- (Ticaret) wholesale price indices
- transit eşya
- transit goods, goods in transit
- ucuz eşya reyonu
- (Kanun,Ticaret) bargain basement
- yanımda iki parça eşya taşıyacağım
- I have two carry on pieces
- yüzen sahipsiz eşya
- Flotsam and Jetsam
- yüzen sahipsiz eşya
- flotage
- yüzen sahipsiz eşya
- flotsam
- zatî eşya
- law personal effects
- çalıntı eşya
- steal
- çini eşya
- chinaware
- çok eşya içeren paket
- multipack
- örgü eşya
- knitwear
- özel eşya
- peculiar
- özel eşya
- personalty
- özel eşya
- belongings
She asked him to leave and take all his belongings.
- O onun gitmesini ve tüm özel eşyalarını almasını istedi.
I'd like to put my belongings away.
- Özel eşyalarımı saklamak istiyorum.
- şahsi eşya
- personal effects
- şahsı eşya
- personal effects