I'll be damned if it's true.
- Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
His story may not be true.
- Hikâyesi doğru olmayabilir.
Your analysis of the situation is accurate.
- Sizin durum analiziniz doğrudur.
The sentence is not grammatically accurate.
- Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.
Your hypothesis is correct.
- Hipoteziniz doğrudur.
Please check the correct answer.
- Lütfen doğru cevabı kontrol edin.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
It is right that you should write it.
- Onu yazman gerektiği doğrudur.
The right mind is the mind that does not remain in one place.
- Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
After the meeting she headed straight to her desk.
- Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
Show us the straight path.
- Bize doğru yolu göster.
The man looked at Tom, then vanished through the stage door out into the dark London street.
- Adam Tom'a baktı, sonra sahne kapısından dışarı karanlık Londra caddesine doğru gözden kayboldu.
Through trial and error, he found the right answer by chance.
- Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.
Tom crawled into bed just before midnight.
- Tom tam gece yarısından önce yatağa doğru gitti.
If I remember correctly, Tom sold his car to Mary for just 500 dollars.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, Tom arabasını Mary'ye sadece 500 dolara sattı.
We've found him to be the right man for the job.
- Biz, onun bu iş için doğru adam olduğunu keşfettik.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That isn't exactly right.
- Bu tam olarak doğru değil.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
I honestly didn't think Tom would show up.
- Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.
Honestly, I am not the most accurate person on earth.
- Dürüst olmak gerekirse, ben dünyada en doğru kişi değilim.
Can you validate this parking ticket?
- Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?
Please validate this ticket.
- Lütfen bu bileti doğrula.
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
Is it all right to use a flash here?
- Burada bir flaş kullanmak doğru mu?
That's actually not true.
- O aslında doğru değil.
The difference between you and me is that I'm actually interested in trying to do what is right.
- Seninle benim aramdaki fark benim aslında doğru olanı yapmaya çalışmakla ilgileniyorum olmam.
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
I don't know if it's a bug or not, but this software doesn't work correctly.
- Onun bir dinleme cihazı olup olmadığını bilmiyorum, fakat bu yazılım doğru olarak çalışmıyor.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
Is it true that nobody lives around here?
- Buralarda kimsenin yaşamadığı doğru mu?
The story didn't sound true.
- Hikaye doğru görünmüyordu.
The story may sound strange, but it is true.
- Hikaye garip gelebilir , ama doğru.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
Let's do this properly.
- Hadi bunu doğru düzgün yapalım.
My boy can't do addition properly yet.
- Oğlum henüz doğru olarak toplama yapamıyor.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Direct flights between New York and Tokyo commenced recently.
- New York ve Tokyo arasında doğrudan uçuşlar son zamanlarda başlamıştır.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Do you intend to answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru olarak cevaplamak niyetinde misin?
Don't expect me to be truthful when you keep lying to me so blatantly.
- Bana göz göre göre yalan söylemeyi sürdürürken benden doğru sözlü olmamı bekleme.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
Through trial and error, he found the right answer by chance.
- Deneme yanılma yoluyla doğru cevabı buldu.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That's not exactly an accurate comparison.
- O tam olarak doğru bir karşılaştırma değil.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
I don't think that that's true.
- Onun doğru olduğunu sanmıyorum.
I don't know if that's true.
- Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.
Tell me the right time, please.
- Bana doğru saati söyle, lütfen.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
A strange man came up to us.
- Tuhaf bir adam bize doğru geldi.
He came straight up to me.
- O, dosdoğru bana doğru geldi.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
To tell the truth, I am not your father.
- Doğruyu söylemek gerekirse, ben senin baban değilim.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.
Tom and his friends headed towards the beach.
- Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
Why is it easier to park the car backwards than forwards?
- Arabayı geriye doğru park etmek neden ileriye doğru park etmekten daha kolaydır?
He tossed the ball towards the wall.
- Topu duvara doğru çekti.
Tom and his friends headed towards the beach.
- Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.