Tom is a stickler for accuracy.
- Tom doğruluk için bir tutucudur.
Technical language requires great accuracy.
- Teknik dil büyük bir doğruluk gerektirir.
There may be some truth to this.
- Bunda doğruluk payı olabilir.
Let's play truth or dare.
- Doğruluk mu cesaret mi oynayalım.
Honesty is very important.
- Doğruluk çok önemlidir.
Discuss whether the idea of political correctness is beneficial or harmful.
- Politik doğruluk fikrinin yararlı mı yoksa zararlı mı olup olmadığını tartışın.
They're not afraid of political correctness.
- Onlar politik doğruluktan korkmuyor.
His answer is far from right.
- Onun yanıtı doğruluktan uzak.
We're not afraid of political correctness.
- Biz politik doğruluktan korkmuyoruz.
I'm not afraid of political correctness.
- Politik doğruluktan korkmuyorum.
What he said is true.
- Onun söylediği doğru.
I'll be damned if it's true.
- Eğer o doğruysa mahvoldum demektir.
The sentence is not grammatically accurate.
- Cümle dil bilgisi yönünden doğru değildir.
The clock on that tower is accurate.
- O kuledeki saat doğrudur.
Don't change sentences that are correct. You can, instead, submit natural-sounding alternative translations.
- Doğru olan cümleleri değiştirmeyin. Yerine doğal görünen alternatif çeviriler ekleyebilirsiniz.
Please check the correct answer.
- Lütfen doğru cevabı kontrol edin.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
All you have to do is to tell the truth.
- Tüm yapmanız gereken doğruyu söylemektir.
The right mind is the mind that does not remain in one place.
- Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
I think the actions he took were right.
- Onun yaptıklarının doğru olduğunu düşünüyorum.
Jane will get straight A's.
- Jane doğrudan A alacaktır.
After the meeting she headed straight to her desk.
- Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
Hope is when you suddenly run to the kitchen like a mad man to check if the empty chocolate cookie box you just finished an hour ago is magically full again.
- Ümit; bir saat önce bitirdiğin çikolatalı çörek kutusunun sihirle tekrar dolup dolmadığını kontrol etmek için çılgın bir adam gibi birdenbire mutfağa doğru koştuğundadır.
Tom showed up at just the right moment.
- Tom tam doğru zamanda geldi.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
The sun having set, we all started for home.
- Güneş batarken, hepimiz eve doğru hareket ettik.
As soon as the three doctors had left the room, the Fairy went to Pinocchio's bed and, touching him on the forehead, noticed that he was burning with fever.
- Üç doktor odadan çıkar çıkmaz Peri, Pinokyo'nun yatağına doğru gitti ve alnına dokununca onun ateşler içinde yandığını gördü.
Tom is telling the truth, I'm fairly certain.
- Tom doğruyu söylüyor, ben oldukça eminim.
Due to Tom's behavior, the court is convinced that Mary's account is accurate.
- Tom'un davranışı nedeniyle mahkeme Mary'nin hesabının doğru olduğuna inanıyor.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
It isn't totally exact.
- Bu tamamen doğru değil.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
I honestly didn't think Tom would show up.
- Doğrusu Tom'un ortaya çıkacağını düşünmemiştim.
We're all a little scared, to be honest.
- Doğrusu hepimiz biraz korktuk.
Please validate this ticket.
- Lütfen bu bileti doğrula.
Can you validate this parking ticket?
- Bu otopark biletini doğrulayabilir misin?
Is it all right to use a flash here?
- Burada bir flaş kullanmak doğru mu?
I thought Tom did all right.
- Tom'un tamamen doğru yaptığını düşünüyordum.
What Tom said is actually true.
- Tom'un söylediği gerçekten doğru.
Do you actually think that's true?
- Bunun doğru olduğunu gerçekten düşünüyor musun?
It's dangerous to assume that all of the sentences in the Tatoeba Corpus are correct and suitable for language study.
- Tatoeba külliyatındaki tüm cümleleri, dil eğitimi için doğru ve uygun saymak tehlikelidir.
And yet, the contrary is always true as well.
- Ne var ki aksi de her zaman doğrudur.
If I remember correctly, that's the song Tom sang at Mary's wedding.
- Eğer doğru hatırlıyorsam, o, Tom'un Mary'nin düğününde söylediği şarkı.
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
Is it true that nobody lives around here?
- Buralarda kimsenin yaşamadığı doğru mu?
Stop beating around the bush and give it to me straight!
- Lafı uzatma ve bana doğruyu söyle!
Everyone can help ensure that sentences sound correct, and are correctly spelled.
- Herkes cümlelerin doğru seslendirilmesini ve doğru bir biçimde yazılmasını sağlamak için yardımcı olabilir.
Your English is grammatically correct, but sometimes what you say just doesn't sound like what a native speaker would say.
- İngilizcen dil bilgisi bakımından doğru fakat bazen söylediğin tam olarak bir yerlinin söylediğine benzemiyor.
I admire his forthrightness.
- Onun doğruluğuna hayranım.
Tom doesn't know how to pronounce my name properly.
- Tom ismimi doğru dürüst nasıl telaffuz edeceğini bilmiyor.
He is the proper person for the job.
- O, iş için doğru kişidir.
More precisely, it is the question of the meaning of life.
- Daha doğrusu, hayatın anlamı sorunudur.
Tom walked down into the basement.
- Tom bodruma doğru yürüdü.
The validation methodology was based also on Bowling's reports.
- Doğrulama yöntemi Bowling'in raporlarına da dayanıyordu.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
Why don't you tell her directly?
- Neden doğrudan ona söylemiyorsun?
Will you answer all my questions truthfully?
- Bütün sorularımı doğru şekilde cevaplar mısın?
I want to be as truthful as possible.
- Mümkün olduğu kadar doğru olmak istiyorum.
Everyone has the right to take part in the government of his country, directly or through freely chosen representatives.
- Her şahıs, doğrudan doğruya veya serbestçe seçilmiş temsilciler vasıtasıyla, memleketin kamu işleri yönetimine katılmak hakkını haizdir.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
In a time-bound society time is seen as linear- in other words as a straight line extending from the past, through the present, to the future.
- Zamana bağlı bir toplumda zaman lineer olarak görülür-yani geçmişten şimdiki zamana ve geleceğe doğru uzanan düz bir çizgi olarak.
That's not exactly true.
- O tam olarak doğru değil.
That wasn't exactly true.
- O tam olarak doğru değildi.
I don't know if that's true.
- Onun doğru olup olmadığını bilmiyorum.
I don't think that that's true.
- Onun doğru olduğunu sanmıyorum.
The right mind is the mind that does not remain in one place.
- Doğru akıl bir yerde kalmayan akıldır.
Please circle the right answer.
- Lütfen doğru cevabı daire içine alın.
He came straight up to me.
- O, dosdoğru bana doğru geldi.
Mike walked up to the boy.
- Mike çocuğa doğru yanaştı.
I never said that he was righteous.
- Onun doğru olduğunu hiç söylemedim.
Tom threw a pillow at Mary and the pillow hit her squarely in the face.
- Tom Mary'ye bir yastık attı ve yastık doğrudan onun yüzüne çarptı.
If my parents punished me for something I didn't do, I would tell them the truth and try to convince them of my innocence.
- Eğer yapmadığım bir şey için ailem beni cezalandırdıysa , onlara doğruları söylerdim ve benim masumiyetle ilgili onları ikna etmeye çalışırdım.
She speaks the truth.
- Onun konuşması doğrudur.
He is usually straightforward and sincere and thereby gains the confidence of those who meet him.
- O genellikle doğru sözlü ve içten ve bu sebeple onunla tanışanların güvenini kazanır.
He went to the beach, and looked far across the sea toward the horizon.
- O plaja gitti, ve denizin üzerinden ufka doğru baktı.
He tossed the ball towards the wall.
- Topu duvara doğru çekti.
The arc of the moral universe is long, but it bends toward justice.
- Ahlaki evrenin yayı uzun, ancak adalete doğru eğilir.
Never let your sense of morals prevent you from doing what is right.
- Ahlak anlayışının seni doğru olanı yapmaktan alıkoymasına asla izin verme.
Life can only be understood backwards, but it must be lived forwards.
- Hayat sadece geriye doğru anlaşılabilir ama ileriye doğru yaşanmalıdır.
His handwriting slants forwards, whereas hers slants backwards.
- Onunki geriye doğru eğimli iken onun el yazısı ileri doğru eğimlidir.
Tom and his friends headed towards the beach.
- Tom ve arkadaşları sahile doğru gitti.
The woman stood up from the chair and looked towards the door.
- Kadın sandalyeden kalktı ve kapıya doğru baktı.