dikilmiş

listen to the pronunciation of dikilmiş
Турецкий язык - Английский Язык
sewn
erect

The monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Anıt seçkin filozof onuruna dikilmiştir.

sewed
dik
perpendicular

Dancing is a perpendicular expression of a horizontal desire. - Dans, yatay arzunun dikey bir ifadesidir.

dik
upright

She stood bolt upright. - O civatayı dik durdurdu.

An empty bag can't stand upright. - Boş torba dik duramaz.

dik
steep

He stared at the steep slope. - O, dik yamaca bakakaldı.

Watch your step. The stairs are steep. - Adımına dikkat et, merdivenler diktir.

dik
{s} vertical

He drew some vertical lines on the paper. - Kağıt üzerinde bazı dikey çizgiler çizdi.

Keep away from the vertical cliff! she shouted. - Dikey kayalıklardan uzak durun! o bağırdı.

dikilmiş şey
sewing
dik
erect

This statue was erected ten years ago. - Bu anıt on yıl önce dikildi.

This monument was erected in February, 1985. - Bu anıt, Şubat 1985'te dikildi.

özel dikilmiş
tailored
dik
(Biyokimya) longitudinal
dik
perpendicular to
dik
fixed

He fixed his eyes on me. - Gözlerini bana dikti.

Everyone's eyes were fixed upon her. - Herkesin gözleri ona dikildi.

dik
abrupt
dik
scarped
dik
{f} potting
dik
stick up
dik
{f} transplanted

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

dik
{f} pot

Tom made a list of potential problems that we should watch out for. - Tom dikkat etmemiz gereken potansiyel sorunların bir listesini yaptı.

You should look out for potholes when driving. - Araba sürerken çukurlara dikkat etmelisin.

dik
sew

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

I'm learning to sew so that I can make myself a dress. - Kendime bir elbise yapabileyim diye dikiş dikmeyi öğreniyorum.

dik
{f} sewing

There is a sewing machine and an ironing board in the room where Tom used to sleep. - Tom'un eskiden uyuduğu odada bir dikiş makinesi ve bir ütü masası var.

Mom was busy with her sewing. - Annem dikiş işleriyle meşguldü.

dik
{f} stitching
dik
endwise
dik
{f} sewn

How beautiful my sewn drapes are. - Dikili perdelerim ne kadar güzel.

dik
{f} sewed

She sewed a button on her coat. - O, ceketine bir düğme dikti.

He sewed a dress for me. - O benim için bir elbise dikti.

dik
transplant

Mother transplanted the flowers to the garden. - Annem çiçekleri bahçeye dikti.

Tom carefully transplanted the tiny tomato seedlings into his vegetable patch. - Tom sebze bahçesine minik domates fidelerini dikkatlice dikti.

dik
endways
dik
{f} transplanting
dik
{f} suture
dik
sew on

Do you have a needle to sew on these buttons? - Bu düğmeleri dikmek için bir iğnen var mı?

Can you sew on these buttons for me? - Sen bu düğmeleri benim için dikebilir misin?

dik
{f} stitch

I think Tom needs stitches. - Sanırım Tom'un dikişlere ihtiyacı var.

She needed five stitches. - Ona beş dikiş atıldı.

dik
implant
dik
{f} suturing
dik
intent

Tom stared at Mary intently. - Tom dikkatle Mary'ye baktı.

Everyone but Tom listened intently. - Tom'dan başka herkes dikkatle dinledi.

dik
{s} up
dik
{s} arduous
dik
steeper

The higher we climbed, the steeper became the mountain. - Ne kadar yükseğe tırmanırsak dağlar o kadar dik olur.

dik
{f} plant

In order to make us and everyone else remember this day, I ask everyone to plant a tree with us. - Bize ve başka herkese bu günü hatırlatmak için, bizimle birlikte herkese bir ağaç dikmesini rica ediyorum.

Tom planted three apple trees in his yard. - Tom bahçesine üç elma ağacı dikti.

dik
precipitous
dik
sheer
dik
straight, upright, erect (in standing)
dik
(açı) right
dik
rapid
dik
(Geometri) right
dik
stiff

Tom's a stiff-necked old man. - Tom dik kafalı yaşlı bir adam.

dik
sharp, biting (remark)
dik
bluff
dik
upstanding
dik
straight

I've heard that sitting up straight is bad for your back. - Dik oturmanın sırtın için zararlı olduğunu duydum.

In hopes of attaining superhuman powers, Christopher Columbus once stared at the sun for five minutes straight. It didn't work. - İnsanüstü güçlere ulaşmak umuduyla, Kristof Kolomb bir zamanlar beş dakika güneşe doğruca dik dik baktı.İşe yaramadı.

dik
uprightly
dik
bold

This morning at the station, her attention was caught by a poster with bold letters. - Bu sabah istasyonda, kalın harfli bir afiş onun dikkatini çekti.

dik
perpendicular, vertical; straight, upright, erect; steep, rapid, precepitous; intent, fixed, penetrating; right
dik
fixed, penetrating, intent (look)
dik
(saç) rough
dik
jagged
dik
stand up
dik
square

The boxes are rectangular, not square. - Kutular dikdörtgendir, kare değil.

If a triangle has two right angles, it's a square missing one side. - Bir üçgenin iki dik açısı varsa, o bir kenarı eksik bir karedir.

dik
horny
dik
darn
dik
standup
dik
plumb
dik
endlong
dik
darning
sık dikilmiş
thickset
sık dikilmiş
(bitki) thickset
ısmarlama dikilmiş
tailor-made
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение dikilmiş в Турецкий язык Турецкий язык словарь

DÎK
(Osmanlı Dönemi) Darlık, sıkıntı. Gam. Kalbe sıkıntı veren
DİK
(Osmanlı Dönemi) Horoz
dik
Sert, kalın, tok
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan
dik
Birbirine dikey olan doğrulardan oluşmuş
dik
Ters, aksi
dik
Horoz
dik
Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğrultusunda bulunan, eğik olmayan: "Sağlam yapılı, dik duruşlu bir gençti o yıllarda."- N. Cumalı
dik
Sert
dik
Yatık durmayan, sert
dik
Eğimi dike yakın olan: "Dik bir dereye indiler."- Ö. Seyfettin
dik
Buğday tanesine keşkekliğe çeviren su değirmeni
dik
Derin duvar
dik
Sert (bakış)
dik
Kaba, yersiz (davranış): "Kaba denilecek kadar ani ve dik bir davranışla halasını bıraktı ve kalktı."- H. E. Adıvar
dik
Sert, kalın, tok (ses): "Sesi dik ve küstahtı, söylediklerini aşağı salonda bekleşen komşular işittiler."- A. İlhan
dik
Ters, aksi (söz)
dik
Kaba, yersiz
dik
Eğimi dike yakın olan
dikilmiş
Избранное