Tom onun öyle büyük bir anlaşma olduğunu düşünmüyor.
- Tom doesn't think it's such a big deal.
Tom o anlaşmada iyi para yaptı.
- Tom made good money on that deal.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Tom'la uğraşmak zordur.
- Tom is hard to deal with.
Kartları dağıtmak için Tom'un sırası.
- It's Tom's turn to deal the cards.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom bit pazarında birkaç iyi alışveriş buldu.
- Tom found a few good deals at the flea market.
Ben iyi bir alışveriş yaptım.
- I was dealt a good hand.
Ahmet is not going to deal with this situation/problem - Ahmet bu durumla/sorunla ilgilenmeyecek.
Tom'un o tür bir sorunla ilgilenmek için yeterli deneyimi yoktu.
- Tom didn't have enough experience in dealing with that kind of problem.
Yıllardır bu mağaza ile ilgilenmekteyim.
- I've dealt with this store for years.
İş yapmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal?
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Oldu (tamam, anlaştık) hadi hemen işe koyulalım - Deal, let's get down to work.
Tom hayatının büyük kısmını boşa geçirdiğine pişman oldu.
- Tom regretted having wasted a great deal of his life.
O araba satıcısı bu kullanılmış Toyota'nın iyi durumda olduğunu söylediğinde bana yanlış bilgi vermiş.
- That car dealer gave me a bum steer when he told me this used Toyota was in good condition.
Tom'a kesinlikle haksız muamele gördü.
- Tom definitely got a raw deal.
Kartları dağıtmak için kimin sırası?
- Whose turn is it to deal the cards?
Tom her oyuncuya beş kart dağıttı.
- Tom dealt five cards to each player.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tom babasının ölümüyle çok iyi ilgilenmiyor.
- Tom isn't dealing with his father's death very well.
Dan psikolojik savaşla başa çıkmayı çok iyi bilir.
- Dan knows very well how to deal with psychological warfare.
Tom bir mahkum edilmiş zehir taciri.
- Tom is a convicted drug dealer.
İlgilenmem gereken çok işim var.
- I have a lot of things that I must deal with.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Kanser hastaları sıklıkla bulantı nöbetlerini azaltmakla uğraşmak zorundadır.
- Cancer patients often have to deal with debilitating bouts of nausea.
Sana bir miktar alabilirim.
- I can get you a deal.
Proje büyük miktarda para gerektiriyor.
- The project requires a great deal of money.
Bu sorunla başa çıkmak için derhal bir şey yapılmalı.
- Something must be done immediately to deal with this problem.
Biz nükleer kriz ile başa çıkmak için mümkün olan tüm çabaları harcıyoruz.
- We are making all efforts possible to deal with the nuclear crisis.
Elbise çok pahalı. Pazarlığı biraz cazip hale getiremez misin?
- The dress is too expensive. Can't you sweeten the deal a little?
Tom'a bir hayli hayranım.
- I admire Tom a great deal.
Bu yolda bir hayli trafik var.
- There is a great deal of traffic on this road.
Tamam, bir anlaşmamız var.
- OK, we've got a deal.
Onlar ne ticareti yapıyorlar?
- What do they deal in?
Onlar yazılım ürünleri ticareti yapıyorlar.
- They deal in software products.
Tom saygın bir bayiden kullanılmış bir araba satın aldı.
- Tom bought a used car from a reputable dealership.
Bu araba bayiliğinin çok ince kar marjları var.
- This car dealership has very thin profit margins.
Satıcı bir araba satmak istiyor.
- The dealer wants to sell a car.
Polis Tom'un bir uyuşturucu satıcısı olduğundan şüphelendi.
- The police suspected that Tom was a drug dealer.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Onun patronu ile uğraşmak zordur.
- Her boss is hard to deal with.
Onlar altın ve gümüş ticareti yapmak istiyordu.
- They wanted to deal in gold and silver.
Onunla ilgilenmek zorunda kalacaksın.
- You're going to have to deal with that.
Bu pis bir iş, onunla ilgilenmek istemiyorum.
- This is a dirty job, I don't want to deal with it.
Durumun üstesinden gelmek gittikçe zorlaşıyordu.
- The situation was getting difficult to deal with.
Bunu kendim halletmek zorundayım.
- I have to deal with this myself.
Şimdi bunu halletmek zorundayım.
- I have to deal with this now.
Böyle bir sorun ile uğraşmak zordur.
- Such a problem is hard to deal with.
Tom'la uğraşmak zordur.
- Tom is hard to deal with.
In a move which will deal a serious blow to small towns across the United states.
Tom'a bir hayli hayranım.
- I admire Tom a great deal.
Bu yolda bir hayli trafik var.
- There is a great deal of traffic on this road.
Yapacak pek çok işim var.
- I have a great deal of work to do.
Tüccar onun cehaletinden faydalandı ve resmi çok ucuz aldı.
- The dealer took advantage of her ignorance and bought the picture very cheap.
Tom bir sanat tüccarı.
- Tom is an art dealer.
Tom kartları kesti ve dağıtmaya başladı.
- Tom cut the cards and started dealing.
Tom hakkında çok şey öğrendim.
- I've learned a great deal about Tom.
Desteğin benim için çok şey anlamına gelir.
- Your support means a great deal to me.
Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
- I love dealing with professionals.
Bu sorunla uğraşmaktan bıktım.
- I'm tired of dealing with this problem.
Ticaretin ruhu dürüst iş yapmaktır.
- The soul of commerce is upright dealing.
Tom'un uyuşturucu ticareti yaptığını biliyor muydun?
- Did you know Tom was dealing drugs?
O süt satarak çok para yaptı.
- He made a great deal of money selling milk.
Yapacak çok işim var.
- I have a great deal to do.
Bu sorunla ilgili yeni bir yaklaşıma acil bir ihtiyaç vardır.
- There is an urgent need for a new approach to dealing with this problem.
Profesyonellerle uğraşmayı seviyorum.
- I love dealing with professionals.
Kiminle uğraştığımızı zannediyorsun?
- Who do you think we're dealing with?
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Tom, başkaları ile olan ilişkilerinde her zaman adil ve kararlı olduğundan dolayı iş dünyasında itibarlıdır.
- Tom is respected in the business community because he is always fair and square in his dealings with others.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
İş ilişkilerim hakkında günlük kayıt tutarım.
- I keep a daily record of my business dealings.
Sen hiç böyle bir sorunla uğraştın mı?
- Have you ever dealt with a problem like this?
O, bizim onunla nasıl uğraştığımızdır.
- That's how we dealt with it.
Bir anlaşma yapmak ister misin?
- Do you want to make a deal?
Belki de bir anlaşma yapabiliriz.
- Maybe we can make a deal.
Tom'a adil bir anlaşma önerdim.
- I offered Tom a fair deal.
Tom eski bir krupiyedir.
- Tom is a former casino dealer.
Away, proud woman! said the Lady; who ever knew so well as thou to deal the deepest wounds under the pretence of kindness and courtesy?.
The cards were shuffled and dealt by the croupier.
He made a deal with the devil.
There is a deal of obscurity concerning the identity of the species thus multitudinously baptized.
She deals in gold.
In Deheubarth that now South-wales is hight, / What time king Ryence raign'd, and dealed right .
Wel said syr Uwayne go on your waye, and lete me dele.
The whole crowd waited for him to deal a real humdinger.
A plain deal table.
You also have to look at the kind of mortgage deals available to you and whether you will be able to trade up to the kind of property you are looking for.
We gave three deals of grain in tribute to the king.
The fighting is over; now we deal out the spoils of victory.
I believe it's your deal.
What's the deal?.
This club takes a dim view of members who deal drugs.
Science, it cannot be too often repeated, deals with tangible phenomena.
Mr. Brownlow contrived to state his case; observing that, in the surprise of the moment, he had run after the boy because he saw him running away; and expressing his hope that, if the magistrate should believe him, although not actually the thief, to be connected with thieves; he would deal as leniently with him as justice would allow.
We need to finalise the deal with Henderson by midnight.
I can't deal with this.
The deal with four tines is called a pitchfork.
Sometimes the process of digging uncovered a deal breaker.
He deals fairly with his employees.
The teacher knew how to deal with these lazy students.
Thankfully he dealt with such issue before, so he had all the necessary experience.
Let us deal with the case of China.
I can deal with this crew of workers.
This book deals with incest.
They had a good deal less than we had.
They had a great deal less than we had.
He can run a mile in 15 minutes? Big deal! Some people can do it in four.
It's no big deal if you don't finish.
he's a master of the business deal.
Barely looking up from his smooth hands and the cards they held, the gambler said, “You're not a good enough cardplayer Pd have to double deal you..
George Michael is the real deal—a real blue-eyed soul artist whom you can wholeheartedly get behind, knowing that you'll never be duped or deceived by his lust for commercial success.
Steven Matthews, described the lease last week as a sweetheart deal that gives too much away for what the city gets in return..
Jeff said, I'm sorry I banged into you in the dark. Don't make a big deal out of it..
... a program to deal with the 10 to 12 people who are here in the country now working and ...
... their names buzzer mega-deal tendencies ...