Bir mum yakmak karanlığı lanetlemekten daha iyidir.
- It is better to light a candle than to curse the darkness.
Sözünü unuttuğu için onu lanetledi.
- She cursed him for forgetting his promise.
Kazaya sahip olduğu için onu lanetledi.
- She cursed him for causing the accident.
Kahve bir kızın ilk buluşmasındaki öpücük kadar sıcak, o gece kızın kucağı kadar yumuşak ve annesinin kızı bulduğu zaman ettiği küfürler kadar siyah olmalıdır.
- The coffee has got to be as hot as a girl's kiss on the first date, as sweet as those nights in her arms, and as dark as the curse of her mother when she finds out.
Çince nasıl küfür edileceğini bilir.
- He knows how to curse in Chinese.
O, beş yabancı dil konuşur ama o küfretmek istediğinde annesinin dilinde konuşur.
- She speaks five foreign languages, but when she wants to curse she speaks in her mother tongue.
Bir mum yakmak karanlığı lanetlemekten daha iyidir.
- It is better to light a candle than to curse the darkness.
O, beş yabancı dil konuşur ama o küfretmek istediğinde annesinin dilinde konuşur.
- She speaks five foreign languages, but when she wants to curse she speaks in her mother tongue.
Küfretme yoksa ağzını sabunla yıkarım.
- Don't curse or I'll wash your mouth out with soap.
Fadıl'ın ailesi lanetli gibi görünüyordu.
- Fadil's family seemed to be cursed.
Fadıl ve Leyla lanetli görünüyordu.
- Fadil and Layla seemed cursed.
Kahrolası savaşı ilk icat eden oydu.
- Cursed be he that first invented war.
Cadı zavallı küçük kızı lanetledi.
- The witch cursed the poor little girl.
Kazaya sahip olduğu için onu lanetledi.
- She cursed him for causing the accident.
After a moment of silence, it was Miles who announced in a clear and firm voice, “The cards you have put down there all happen to be black—your ‘red’ is the nine of diamonds, the curse of Scotland, and it's right here,” reaching to lift the sharper's hat, and to remove from atop his head, and exhibit, the card at issue.
... I like to curse. ...
... is the curse of the fat man ...