Saat 2.30'a kadar niçin işi bitirtmek zorunda olduğumuzu Tom gayet net açıkladı.
- Tom made it quite clear why we had to have the job finished by 2:30.
Çalışma sigara içmenin sağlığımızı mahvettiğini netleştirmiştir.
- The study made it clear that smoking ruins our health.
O, evinin önündeki yolun karını temizledi.
- He cleared the road in front of his house of snow.
Sabahleyin katlanır yatağı temizleriz.
- In the morning, we clear the futon.
Turkuaz rengi, berrak su rengini çağrıştırıyor, açık ve soluk bir mavi.
- The turquoise colour evokes the colour of clear water, it's a light and pale blue.
Tom'un sesi berraktı.
- Tom's voice was clear.
Senatonun antlaşmayı reddedeceği açıkça görünüyordu.
- It seemed clear the Senate would reject the treaty.
İnsan hakları kavramının açık bir tanımına ihtiyacımız var.
- We need a clear definition of the concept of human rights.
George pozisyonunu belirginleştirdi.
- George has made his position clear.
Bulutsuz bir günde Fuji dağını görebilirsiniz.
- On a clear day, you can see Mt. Fuji.
Bulutsuz gökyüzüne bak.
- Look at the clear sky.
Pazar sabahı hava parlak ve açıktı.
- It was a bright and clear Sunday morning.
Onun mavi gözleri açık ve parlaktı.
- His blue eyes were clear and bright.
Bir fincan kahve, baş ağrımı ortadan kaldırdı.
- A cup of coffee cleared up my headache.
Aydınlanıyor gibi görünüyor.
- It seems to be clearing up.
Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.
- A cup of coffee cleared my head.
Yolu boşaltın. Güvenli değil.
- Clear the road. It's not safe.
Rafı boşalt ve kitaplarını oraya koyabilirsin.
- Clear off the shelf, and you can put your books there.
Tom'un seninle evlenmek gibi bir niyeti olmadığı aşikar.
- It's clear that Tom has no intention of marrying you.
Bekleme odası boşalıyor.
- The waiting room is clearing out.
Programımı boşalttım.
- I've cleared my schedule.
Bu, işleri açık hale getiriyor.
- That makes things clear.
O bunu daha açık hale getiriyor mu?
- Does that make it any clearer?
O, geçerli Fransızca konuşuyor ama o anlaşılır biçimde Almancada daha akıcı.
- He speaks passable French, but he is clearly more fluent in German.
Lütfen daha anlaşılır biçimde konuşun.
- Please speak more clearly.
Gökyüzü açık ve rüzgar ferahlatıcı biçimde serin. Dışarıda geçirmek için harika bir gün.
- The sky is clear and the wind is refreshingly cool. It's a perfect day to spend outdoors.
O noktada pek emin değilim.
- I'm not too clear about that point.
Hava açıkken Fuji dağını uzaktan görebiliriz.
- On a clear day, we can see Mt. Fuji in the distance.
Bulutlu günlerde, uzaktaki sesleri açık havadakilerden daha iyi duyarsın.
- On cloudy days, you can hear distant sounds better than in clear weather.
Yasa tamamen açıktır.
- The law is perfectly clear.
O şimdi tamamen benim için temiz.
- It's all clear to me now.
Bu gerçeğin ışığında, onun masum olduğu açıktır.
- In the light of this fact, it is clear that he is innocent.
Onların işi bahçeyi temizlemek.
- Their job is to clear gardens.
Bahçeyi temizlemek zorundayım.
- I have to clear the garden.
Meg kendi masasını temizledi.
- Meg cleared her desk.
Boğazını temizledi ve Ben Tatoeba'yı seviyorum! dedi.
- He cleared his throat, and said:I love Tatoeba!.
Profesör, çalışmasının konusunu kısa ve açık bir biçimde anlattı.
- The professor briefly and clearly described the topic of his study.
Düşünceni daha açık bir biçimde açıkla!
- Explain your idea more clearly.
O, konuyu açıkça belirtmiştir.
- He clearly stated that point.
Bu içecek açıkça çay ile aynı tadı içeriyor.
- This drink clearly has the same flavor as tea.
Bu sorunu halletmek istiyoruz.
- We want to clear up this problem.
The speaker took a drink of water and cleared her throat before continuing.
We've got a loan from the bank which has cleared the way for us to buy a house.
O, geçerli Fransızca konuşuyor ama o anlaşılır biçimde Almancada daha akıcı.
- He speaks passable French, but he is clearly more fluent in German.
Tom anlaşılır biçimde bir şizofren paranoyak.
- Tom is clearly a paranoid schizophrenic.
Hâlâ apaçık hatırlıyorum. Yedi ya da sekiz yıl önceydi. Tam olarak nerede? Sen de orada mıydın?
- I still clearly remember. It was seven or eight years ago. Where exactly? Were you also there?
Wilson kazanmak için şüphesiz en iyi şansa sahipti.
- Wilson clearly had the best chance to win.
Şüphesiz, o, biyoteknoloji hakkında çok şey biliyor.
- Clearly, she knows a lot about biotechnology.
Tom kalktı ve masayı temizlemeye başladı.
- Tom got up and began clearing the table.
Tom masayı temizlemeye başladı.
- Tom started clearing the table.
Onu temizlediğin için teşekkürler.
- Thanks for clearing that up.
Arka bahçeyi temizlediğin için teşekkürler.
- Thank you for clearing the backyard.
Açıklık her teknik yazarın bir yol gösterici ilkesi olmalıdır.
- Clearness should be a guiding principle of every technical writer.
After a heavy rain, the sky cleared nicely for the evening.
The coast is clear.
Congress passed the President’s Clear Skies legislation.
He's been clearing seven thousand a week.
as clear as crystal.
clear weather, a clear day.
Stand clear of the rails, a train is coming.
Do I make myself clear? Crystal clear.
I threw it clear across the river to the other side.
a clear conscience.
The check might not clear for a couple of days.
The court cleared the man of murder.
The door just barely clears the table as it closes.
Clear the way.
It looks like a simple enough problem, but the answer might not be as clear cut as you suppose.
They cleared out as soon as the cops arrived.
The town is packed in the summer, but clears out in the winter.
We need to get the trees cleared out the way before anything can drive down this path.
clear out your inbox to make more space.
The bouncer was called in to clear the air after a violent argument between the married couple in the bar.
We should give the garage a clear-out to make space for the new car.
He was clearly wrong on all points but one.
'Clearly, the judge erred in his opinion.''.
... ways of-- but it's clear that there ...
... But the vision for it is clear. ...