Poposu yanan kişi kabarcıkların üstünde oturmak zorundadır.
- The one whose butt got burned has to sit on the blisters.
Sami, Layla'nın poposuna tekme attı.
- Sami kicked Layla in the butt.
Hayat hiç bitmez fakat dünyadaki hayat biter.
- Life never ends but earthly life does.
Kız bayıldı, fakat biz onun yüzüne su döktüğümüzde o kendine geldi.
- The girl fainted, but she came to when we threw water on her face.
Beş mahkûm yeniden tutuklandı, ancak diğer üçü hâlâ serbest.
- Five prisoners were recaptured, but three others are still at large.
Partiye gidebilirsin, ancak gece yarısına kadar eve olmalısın.
- You may go to the party, but you must be home by midnight.
Kül tablasını boşalt, içi izmarit dolu.
- Empty the ashtray, because it's full of cigarette butts.
Arkadaşım, önündeki arabanın sürücüsünün camdan dışarıya bir sigara izmariti attığını görünce çok sinirlendi.
- My friend was very angry when he saw the driver of the car in front of him throw a cigarette butt out the window.
Büyük bedenimiz var, ama o renk mevcut değil.
- We have the extra-large size, but not in that color.
Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.
- This is a good book, but that one is better.
Tom mutfak lavabosu hariç her şeyi paketlemiş gibi görünüyor.
- Tom seems to have packed everything but the kitchen sink.
Biz Pazar hariç her gün çalışırız.
- We work every day but Sunday.
Tehlike bilmediğimiz şeyden gelmez, fakat oysa doğru değilken doğru olduğuna inandığımız şeyden gelir.
- Danger doesn't come from what we don't know, but from what we believe to be true whereas it isn't.
Tom ve Mary'nin yaklaşık 20 tane çocukları var, yani onlar kesin sayısı konusunda tam olarak emin değiller.
- Tom and Mary have about 20 children, but they're not quite sure of the exact number.
Yani onlardan biri gitmek zorunda. Ama hangi biri?
- That means one of them will have to go. But which one?
Yalnızca İngilizce değil, Fransızca da konuşabiliyor.
- She can speak not only English but also French.
Marko yalnızca İngilizce değil Almanca da okudu.
- Mariko studied not only English but also German.
Kız ağlamaktan başka bir şey yapmıyor.
- The girl did nothing but cry.
Bu şakadan başka bir şey değildi.
- It was nothing but a joke.
Elbiseye düğme eklenmiş.
- The button is attached to the dress.
Tüm yapmanız gereken düğmeye basmaktır.
- All you have to do is press the button.
Bir bilet almak için sadece butona basmalısın.
- You have only to push the button to get a ticket.
Siz sadece butona basmalısınız.
- You have only to push the button.
Bir yarasa gökyüzünde bir kelebek gibi uçuyor.
- A bat flying in the sky looks like a butterfly.
Parlak kelebekler oradan oraya uçtu.
- Brilliant butterflies flew hither and thither.
Arkadaşım, önündeki arabanın sürücüsünün camdan dışarıya bir sigara izmariti attığını görünce çok sinirlendi.
- My friend was very angry when he saw the driver of the car in front of him throw a cigarette butt out the window.
Yangının nedeni onun sigara izmaritiydi.
- The cause of the fire was his cigarette butt.
Tom başarmak için bir şansı olduğunu düşünmüyordu fakat o hiç olmazsa bir fırsat vermek istedi.
- Tom didn't think he had a chance to succeed, but he at least wanted to give it a shot.
Onun kitabı sadece İngiltere'de ünlü değil, Japonya'da da ünlü.
- Her book is famous not only in England but also in Japan.
Şarkıcı sadece Japonya'da değil, aynı zamanda Avrupa'da da ünlü.
- The singer is famous not only in Japan but also in Europe.
Jack, Mary'nin Tom'u kendi elleriyle öldürmesini istedi ama Mary henüz hazır olmadığını söyleyerek itiraz etti.
- Jack wanted Mary to kill Tom with her own hands, but Mary objected saying she was not ready yet.
İtiraz edebilirdim ama etmedim.
- I could have objected, but didn't.
Önce plandan hoşlandığımı düşündüm fakat ikinci düşünüşümde ona karşı çıkmaya karar verdim.
- At first I thought I liked the plan, but on second thought I decided to oppose it.
Fırtına olmasaydı daha erken varırdım.
- But for the storm, I would have arrived earlier.
Harita olmasaydı yolu bulamazdık.
- But for the map, we could not have found the way.
Fakat bekar olmanın yararlarına rağmen, onlar birgün evlenmek istiyor.
- But in spite of the merits of being single, they do want to get married some day.
Herkes ona karşı çıktı fakat her şeye rağmen Mary ve John evlendi.
- Every one opposed it, but Mary and John got married all the same.
Tom Mary'yi yalnız bırakma fikrinden nefret etti fakat işe gitmek zorundaydı.
- Tom hated the idea of leaving Mary alone, but he had to go to work.
Yalnızca Fransızca değil, İspanyolca da konuşuyor.
- He not only speaks French, but he speaks Spanish, too.
Tom tostuna tereyağı sürdü.
- Tom buttered his toast.
Tom'un tostunda tereyağ isteyeceğini düşündüm.
- I thought Tom would want butter on his toast.
Away but the hoose and tell me whae's there.
You told me I could do that, but she said that I could not.
It never rains but it pours.
I like everything but that.
Now the Wicked Witch of the West had but one eye, yet that was as powerful as a telescope, and could see everywhere. So, as she sat in the door of her castle, she happened to look around and saw Dorothy lying asleep, with her friends all about her. They were a long distance off, but the Wicked Witch was angry to find them in her country; so she blew upon a silver whistle that hung around her neck.
I am not rich but (I am) poor.
I escap'd upon a butt of sack which the sailors heav'd o'erboard.
He's usually the butt of their jokes.
When the woman in the dress was sitting with her legs up, I could see up her butt.
Again, by 28 Hen. VIII, cap. 14, it is re-enacted that the tun of wine should contain 252 gallons, a butt of Malmsey 126 gallons, a pipe 126 gallons, a tercian or puncheon 84 gallons, a hogshead 63 gallons, a tierce 41 gallons, a barrel 31.5 gallons, a rundlet 18.5 gallons. –.
We can't chat today. I have to get my butt to work before I'm late.
The hand-cuffed suspect gave the officer a desperate butt in the chest.