Have you been totally honest with me?
- Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?
I said hello to Debby but she totally ignored me.
- Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
A few things didn't quite meet Tom's expectations.
- Birkaç şey, Tom'un beklentilerini bütünüyle karşılamadı.
What Tom says is quite true.
- Tom'un söylediği bütünüyle doğru.
I'm completely serious.
- Ben bütünüyle ciddiyim.
This is completely my fault.
- Bu bütünüyle benim hatam.
The pleasure's all mine.
- Zevk bütünüyle benim.
How could you leave a four-year-old child all alone?
- Sen bir dört yaşında çocuğu bütünüyle yalnız nasıl bırakabildin?
You totally freaked him out.
- Sen bütünüyle onu dehşete düşürdün.
You totally freaked them out.
- Sen bütünüyle onları dehşete düşürdün.
They spent the entire day on the beach.
- Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
All the flowers in the garden are yellow.
- Bahçedeki bütün çiçekler sarı.
Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection.
- Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Tom spent the whole day reading in bed.
- Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.
Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it.
- Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.
Tom worked all day and was completely worn out.
- Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!
You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross!
- Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!
The whole city is in panic.
- Bütün şehir panik içinde.
I have read every book in the library.
- Kütüphanedeki bütün kitapları okudum.
All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations.
- Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.
Grandmother died, leaving the whole family stunned.
- Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.
Tom has been staying with his grandmother all summer.
- Tom bütün yaz büyükannesi ile birlikte kalıyor.
All the hotels in town are full.
- Şehirdeki bütün oteller dolu.
My whole day was full of surprises.
- Bütün günüm sürprizlerle doluydu.
You're not entirely wrong.
- Sen bütünüyle hatalı değilsin.
Sami is still not entirely satisfied.
- Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.
Examine the question in its entirety.
- Soruyu bütünü ile inceleyin.
We need to view this in its entirety.
- Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.
A totally ordered set is often called a chain.
- Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.
I'm totally not exaggerating.
- Bütünüyle abartmıyorum.
It is very cold here all the year round.
- Bütün yıl boyunca burada hava çok soğuk.
It's warm here all the year round.
- Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.
What we call 'Standard English' is only one of the many dialects spoken all over the world.
- Standart İngilizce dediğimiz şey sadece bütün dünyada konuşulan birçok lehçeden biridir.
There was peace all over the world.
- Bütün dünyada barış vardı.
I spent the whole afternoon chatting with friends.
- Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.
Karam is the best student in the whole school.
- Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.