birlikçi

listen to the pronunciation of birlikçi
Турецкий язык - Английский Язык
unionist
confederative
birlik
association

Everyone has the right to own property alone as well as in association with others. - Her şahıs tek başına veya başkalarıyla birlikte mal ve mülk sahibi olma hakkına sahiptir.

birlik
unity

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

Unity is better than money. - Birlik paradan daha iyidir.

birlik
union

The Union army's supply lines were on the north side. - Birlik ordusunun ikmal hatları kuzey tarafındaydı.

The Union soldiers fought fiercely. - Birlik askerleri şiddetle savaştı.

birlik
force

Our forces occupied the city. - Birliklerimiz şehri ele geçirdi.

Special forces and marriage don't go together. - Özel kuvvetler ve evlilik birlikte gitmez.

birlik
communion
birlik
brotherhood
birlik
{i} company

We need a new leader to pull our company together. - Şirketimizi birlikte çevirmemiz için yeni bir lidere ihtiyacımız var.

With his mother out of the way, Duke was able to proceed with his plan to embezzle the money from the company. - Yoldan uzakta bulunan annesi ile birlikte, Duke şirketinden zimmetine para geçirme planına devam edebildi.

birlik
{i} pool

Tom is swimming with his kids in the pool. - Tom, çocuklarıyla birlikte havuzda yüzüyor.

birlik
concurrence
birlik
{i} legion
birlik
{i} troop

The United Nations sent troops to intervene in the conflict. - Birleşmiş Milletler, anlaşmazlığa müdahale etmek için birlik gönderdi.

British troops held that area. - İngiliz birlikleri o alanı zorla işgal ediyorlar.

birlik
unit

The United Nations sent troops to intervene in the conflict. - Birleşmiş Milletler, anlaşmazlığa müdahale etmek için birlik gönderdi.

Many Eastern religions teach that there is a unity behind the diversity of phenomena. - Birçok Doğu dinleri olayların çeşitliliği arkasında bir birlik olduğunu öğretir.

birlik
{i} body

Fadil discovered the car with Layla's dead body inside. - Fadıl arabayı içinde Leyla'nın cesediyle birlikte buldu.

Dan's body was found in a well with fifty stab wounds. - Dan'in cesedi elli tane bıçak yarasıyla birlikte bir kuyu içinde bulundu.

birlik
(Biyoloji) synapsis
birlik
concord
birlik
fellowship
birlik
(Muzik) a whole
birlik
block
birlik
(Jeoloji) assembly
birlik
(Astronomi) reseau
birlik
conjunction
birlik
concert
birlik
collective
birlik
unicity
birlik
sameness
birlik
collectiveness
birlik
(Latin) collegium
birlik
ensemble
birlik
{i} league
birlik
contingent
birlik
party

He suggested I go with him to the party. - Onunla birlikte partiye gitmemi önerdi.

To our surprise, Tom came to our party with Mary. - Sürpriz oldu, Tom partimize Mary ile birlikte geldi.

birlik
bloc
birlik
confederacy
birlik
fraternity
birlik
alliance
birlik
concomitance
birlik
consortium
birlik
college

After I graduated from college, I moved back home and lived with my parents for three years. - Üniversiteden mezun olduktan sonra, eve geri taşındım ve ebeveynlerimle birlikte üç yıl yaşadım.

Tom and I roomed together in college. - Tom ve ben üniversitede birlikte kaldık.

birlik
federation
birlik
confederation
birlik
unison
birlik
{i} syndicate
birlik
allience
birlik
{i} collaboration
birlikçi
Collaborator
birlik
unity, oneness; accord
birlik
assocation
birlik
unity; sameness, equality, similarity; union, association, corporation, confederation, alliance; combine; brotherhood, fraternity; unit, force
birlik
sameness; identity; equality; similarity
birlik
coalescence
birlik
establishment
birlik
(Hukuk) association, union, aggregate
birlik
combine
birlik
gild
birlik
one lira piece
birlik
combination
birlik
union; association; corporation; (Askeriye) unit
birlik
conference
birlik
corps

I served in the intelligence corps. - Ben istihbarat birliklerinde görev yaptım.

birlik
{i} posse
birlik
singlenuss
birlik
{i} oneness
birlik
verein
birlik
{i} Solidarity
birlik
{i} outfit
birlik
brother

Today I'll go to the cinema with Tom's brother. - Bugün Tom'un erkek kardeşiyle birlikte sinemaya gideceğim.

Five brothers worked together on the farm. - Beş kardeş çiftlikte birlikte çalıştı.

birlik
{i} unanimity
birlik
{i} guild
birlik
formation
birlik
bund
birlikçiler
(Hukuk) unionists
evrensel birlikçi
ecumenist
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение birlikçi в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Birlik
vahdet
Birlik
dört dörtlük
Birlik
yekvücut
Birlik
müşterek
birlik
Birleşmiş, bir arada olma durumu, vahdet
birlik
Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk
birlik
Bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayılan topluluk: "Birliğine dönerken karısını kendi anasının babasının yanına bıraktı."- N. Cumalı
birlik
Bağlılık, benzerlik, bağlantı, vahdet
birlik
Konunun bir ana düşünce çevresinde toplanması
birlik
Belli bir topluluğun yararlarını korumak için kurulmuş dernek
birlik
Bölünmezliği içeren yalın bütün
birlik
Bir taneden oluşmuş, bir tane alabilen
birlik
Tek, bir olma durumu, vahdaniyet
birlik
En büyük değerdeki nota, dört dörtlük
birlikçi
Herhangi bir alanda çıkar sağlama amacını güden kimse veya kuruluşlarla ilişki kuran (kimse, kuruluş vb.)
birlikçi
Избранное