birci

listen to the pronunciation of birci
Турецкий язык - Английский Язык
monistic, monistical
monist
bir
one

This is a good book, but that one is better. - Bu iyi bir kitaptır ama şu daha iyidir.

I'd like to stay one more night. Is that possible? - Bir gece daha kalmak istiyorum. Mümkün mü?

bir
single

Did God really create the earth in a single day? - Tanrı, dünyayı gerçekten tek bir günde mi yarattı?

She left without saying even a single word. - Tek bir kelime bile etmeden ayrıldı.

bir
uni
bir
un
bir
one person or thing
bir
alone
otuz birci
wanker
bir
once
bir
if only
bir
just
bir
(Biyokimya) mono-
bir
another
bir
one and the same
bir
uni-
bir
{i} drink

We generally drink tea after a meal. - Biz genellikle bir öğünden sonra çay içeriz.

Is there anything to drink in the refrigerator? - Buzdolabında içilebilecek herhangi bir şey var mı?

bir
a
bir
apart

It isn't a real apartment. - O, gerçek bir daire değildir.

We rented an apartment when we lived in New York. - New York'ta yaşarken bir apartman dairesi kiraladık.

bir
mono

You shouldn't sleep with a coal stove on because it releases a very toxic gas called carbon monoxide. Sleeping with a coal stove running may result in death. - Kömür sobasıyla uyumamalısınız. Çünkü karbonmonoksit olarak adlandırılan çok zehirli bir gaz içerir. Kömür sobasıyla uyumak ölümle sonuçlanabilir.

He wore a top hat and a monocle. - O bir silindir şapka ve bir tek gözlük taktı.

bir
one (as a number): Bir beyaz manolya yedi pembe manolyaya bedeldir. One white magnolia is worth seven pink magnolias
bir
a, an; a certain, a particular: Bursa'da güzel bir evi var. She has a lovely house in Bursa. Dünkü partide bir kadını gördüm; kim olduğunu sen anlarsın. At yesterday's party I saw a certain woman; you know who I mean
bir
the same: Emellerimiz bir. Our goals are the same
bir
used as an emphatic: O hayata bir alıştı ki sorma gitsin! He has really gotten accustomed to that way of life! Bir dene! Just try it! Birdenbire bir feryat! And suddenly there was such a yell! Ah, bir oraya gidebilsem! Ah, if I can just go there!
bir
a, an; one; unique; the same; united; once; only, alone; just; if only
bir
used to add a note of vagueness: Bir zamanlar Arnavutköy'de çilek yetiştirilirdi. There was a time when strawberries were grown in Arnavutköy. Sen bugün bir tuhafsın. You don't seem quite yourself today
bir
united; of one mind, of the same opinion: Bu konuda biriz. We're of one mind on this subject
bir
only: Bir o bunu yapabilir. Only she can do this. Bunu bir sen bir de ben biliyoruz. You and I are the only ones who know this
bir
single; some
bir
shared, used in common: Yatak odalarımız ayrı, banyomuz bir. We have separate bedrooms but share a bathroom
bir
(İnşaat) a, an
bir
{f} lump

I have a lump in my breast. - Benim mememde bir yumru var.

One lump of sugar, please. - Bir küp şeker, lütfen.

bir
head

A cup of coffee cleared my head. - Bir fincan kahve kafamı aydınlattı.

Two heads are better than one. - Bir elin nesi var, iki elin sesi var.

bir
erect

The soldiers have erected a peace monument. - Askerler bir barış anıtı diktiler.

An immense monument was erected in honor of the eminent philosopher. - Büyük filozofun şerefine muazzam bir anıt dikildi.

bir
unit

Which language is spoken in the United States of America? - Amerika Birleşik Devletleri'nde hangi dil konuşuluyor?

The United States borders Canada. - Amerika Birleşik Devletleri, Kanada ile komşudur.

bir
unity

The main idea in his speech was unity. - Konuşmasındaki ana fikir birlikti.

He spoke of party unity. - O, parti birliği hakkında konuştu.

bir
somewhere

I thought we were going to go somewhere. - Bir yere gideceğimizi düşünmüştüm.

He lives somewhere about here. - O, burada bir yerde yaşıyor.

bir
engage

Tom gave Mary an engagement ring. - Tom Mary'ye bir nişan yüzüğü verdi.

The media got wind of a rumor about his engagement and came quickly. - Medyanın onun sözleşmesi ile ilgili bir söylenti rüzgarı vardı ve hızlı geldi.

bir
{f} pace

After a hectic few days at work, Tom is looking forward to a change of pace. - İşte yoğun geçen birkaç günden sonra, Tom bir değişikliği iple çekiyor.

He walked at a quick pace. - O büyük bir hızla yürüdü.

bir
un#veil
bir
{s} some

I've brought you a little something. - Sana küçük bir şey getirdim.

Do you want some coffee? - Biraz kahve ister misin?

bir
attack

At the Battle of Verdun, French forces stopped a German attack. - Verdun Savaşında,Fransız güçleri bir Alman saldırısını durdurdu.

They began with a strong attack against the enemy. - Düşmana karşı şiddetli bir taarruza geçtiler.

bir
squash

Butternut squash is a good source of manganese, potassium, and vitamins A, C, and E. - Balkabağı, iyi bir manganez, potasyum ve A, C ve E vitaminleri kaynağıdır.

This is the first time I've ever squashed a cockroach. - Şimdiye kadar ilk defa bir hamam böceği ezdim.

Английский Язык - Английский Язык

Определение birci в Английский Язык Английский Язык словарь

bir
Stands for Bureau of Internal Revenue and is in charge of collecting all internal taxes (like income taxes)
bir
British Institute of Radiology
birci
Избранное