Both sides had to compromise with each other.
- Her iki taraf birbirleriyle uzlaşmak zorundaydı.
They shook hands with each other.
- Birbirleriyle tokalaştılar.
Alan Tate and I looked at one another for a while.
- Alan Tate ve ben bir süre birbirimize baktık.
We helped one another.
- Birbirimize yardımcı olduk.
Japan and China differ from each other in many ways.
- Japonya ve Çin, pek çok yönden birbirinden farklıdır.
We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry.
- Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.
Everything is interconnected.
- Her şey birbirine bağlıdır.
Tatoeba is really multilingual. All the languages are interconnected.
- Tatoeba gerçekten çok dilli. Bütün diller birbirine bağlıdır.