Tom can write almost like a native speaker, but his pronunciation is terrible.
- Tom neredeyse bir yerli gibi yazabilir fakat onun telaffuzu berbattır.
I feel terrible, but I've just broken your ashtray.
- Kendimi berbat hissediyorum, ama ben sadece kül tablanı kırdım.
I smell something awful.
- Berbat bir şeyin kokusunu alıyorum.
Natto smells awful, but tastes delicious.
- Natto berbat kokuyor, ama lezzetli.
That was a horrible thing to say about Tom.
- Tom hakkında söyleyecek berbat bir şeydi.
I've made a horrible mistake.
- Berbat bir hata yaptım.
Tom is sitting on a park bench, looking miserable.
- Tom parktaki bankta oturuyor, berbat görünüyor.
What happened to you? You look miserable.
- Sana ne oldu? Berbat görünüyorsun.
The badly burnt pilot was still in the cockpit.
- Berbat bir şekilde yanmış pilot hâlâ pilot kabinindeydi.
Mary was left badly scarred after botched plastic surgery.
- Mary berbat plastik cerrahi sonrası kötü bir şekilde yara iziyle bırakıldı.
I have a bad pain in my lower back.
- Sırtımın alt tarafında berbat bir ağrım var.
I'm suffering from a bad headache.
- Berbat bir baş ağrısı çekiyorum.
Tom speaks excellent Russian, but his German is abysmal.
- Tom mükemmel Rus konuşur ama onun Almancası berbattır.
This morning the weather is dreadful.
- Bu sabah hava berbat.
I'm sorry for my terrible French. I'm still a beginner.
- Berbat Fransızcam için özür dilerim. Ben hala başlangıç düzeyindeyim.
It was a crappy time in my life.
- Hayatımdaki berbat bir dönemdi.
Stop listening to this crappy music.
- Bu berbat müziği dinlemeyi kes.
Tom had a hideous hangover.
- Tom'un berbat bir baş ağrısı vardı.
I have a nasty feeling something awful is going to happen.
- Berbat bir şey olacağına dair içimde kötü bir his var.
It's rainy and icky here in Boston.
- Burada Boston'da hava yağmurlu ve berbat.
I'm a lousy fisherman.
- Ben berbat bir balıkçıyım.
The food at this restaurant is not good, the prices expensive, and the service lousy. In short, don't go to this restaurant.
- Bu restorandaki yemek iyi değil, ücretler pahalı ve servis berbat. Kısaca bu restorana gitme.
The odor in that room was vile.
- O odadaki koku berbattı.
This morning the weather is dreadful.
- Bu sabah hava berbat.
I was totally bummed.
- Ben bütünüyle berbattım.
Tom had a rotten summer.
- Tom berbat bir yaz geçirdi.
He could not by any means tolerate the ghastly smell of rotting onion.
- O, hiçbir şekilde berbat çürüyen soğan kokusuna tahammül edemedi.