Insurance makes us remember that the world we live in isn't completely safe; we might fall ill, face danger or encounter the unexpected.
- Sigorta bize içinde yaşadığımız dünyanın tamamen güvenli olmadığını hatırlatıyor; biz hastalanabiliriz ya da beklenmedik şeylerle karşılaşabiliriz.
I met him quite unexpectedly.
- Onunla oldukça beklenmedik bir şekilde tanıştım.
He was confused by the abrupt question.
- Beklenmedik soru karşısında kafası karışmıştı.
Receiving a gift from you was an unexpected surprise.
- Sizden bir hediye almak beklenmedik bir sürprizdi.
What an unexpected surprise!
- Ne beklenmedik bir sürpriz!
Suddenly, something unexpected happened.
- Birden beklenmedik bir şey oldu.
That is an improbable coincidence.
- O beklenmedik bir rastlantı.
Don't expect too much.
- Çok fazla şey bekleme.
You can't expect me to always think of everything!
- Her zaman her şeyi düşünmemi bekleyemezsin.
Please hold on a moment.
- Lütfen biraz bekleyin.
Can you hold on a little longer?
- Biraz daha bekler misiniz?
Now, hang on a second.
- Şimdi, bir saniye bekle.
Hang on a minute. I'll call Jimmy.
- Bir dakika bekle. Jimmy'yi arayacağım.
I'll wait here until she comes.
- O gelene kadar burada bekleyeceğim.
You shouldn't wait here.
- Burada beklememen gerekir.
The garden was larger than I had expected.
- Bahçe beklediğimden daha büyüktü.
The number of students who were late for school was much smaller than I had expected.
- Okula geç kalan öğrencilerin sayısı beklediğimden çok daha azdı.
Tom hit the pause button.
- Tom bekletme butonuna bastı.
Tom put the key in the lock and paused a moment before he turned it.
- Tom anahtarı kilide taktı ve onu çevirmeden önce bir süre bekledi.
We men are used to waiting for the women.
- Biz, erkekler kadınları beklemeye alışığız.
Waiting for a bus, I met my friend.
- Bir otobüs beklerken, arkadaşımla buluştum.
Tom is in jail, awaiting trial.
- Tom duruşmayı beklerken hapistedir.
Awaiting your quick response . . .
- Hızlı yanıtın bekleniyor.
We just need to bide our time.
- Sadece uygun zamanı beklemeliyiz.
We need to bide our time.
- Zamanımızı beklemeliyiz.
Please wait for five minutes.
- Lütfen beş dakika bekle.
Please wait for me at the station.
- Lütfen beni istasyonda bekleyin.
Maria awaited him, but he did not come.
- Maria onu bekledi ama o gelmedi.
I'll look forward to it.
- Onu sabırsızlıkla bekleyeceğim.
May we look forward to receiving your order?
- Siparişinizi almayı dört gözle bekleyebilir miyiz?