All you can do is to wait.
- Tüm yapabileceğin beklemektir.
There was nothing for it but to wait.
- Onun için beklemekten başka yapacak bir şey yoktu.
You have to expect that to happen once in a while.
- Ara sıra bunun olmasını beklemek zorundasın.
I had to wait a lot longer than I expected I'd have to.
- Umduğumdan daha uzun beklemek zorunda kaldım.
All Sadako could do now was to make paper cranes and hope for a miracle.
- Sadako'nun şimdi yapabileceği bütün şey kağıttan vinçler yapmak ve bir mücize beklemekti.
I hope we don't have to wait too long.
- Umarım çok uzun süre beklemek zorunda değiliz.
Tom wanted to wait for the next bus.
- Tom sonraki otobüsü beklemek istedi.
Tom wondered how long he'd have to wait for Mary.
- Tom Mary'yi ne kadar beklemek zorunda kalacağını merak etti.
How long do we have to stay here?
- Burada ne kadar beklemek zorundayız?
We have to stay alert.
- Tetikte beklemek zorundayız.
Tom looks like he's tired of waiting.
- Tom beklemekten bıkmış gibi görünüyor.
Instead of waiting for Tom, let's eat now before the food gets cold.
- Tom'u beklemek yerine, yemek soğumadan önce şimdi yiyelim.
How long do you think we'll have to wait?
- Ne kadar süre beklemek zorunda kalacağımızı düşünüyorsun?
I think we have to wait a little more.
- Sanırım biraz daha beklemek zorundayız.