Hükümetin kararı üzerine büyüyen öfke var.
- There's growing anger over the government's decision.
Japonya, 1980'lerde en hızlı büyüyen ekonomilerden biriydi.
- Japan was one of the world's fastest growing economies in the 1980s.
Kalabalık gittikçe büyüyor.
- The crowd is growing larger and larger.
O ülkenin ekonomisi büyüyor.
- That country's economy is growing.
İki ülke arasındaki ticaret sürekli gelişiyor.
- Trade between the two countries has been steadily growing.
Çiftçiler fıstık yetişen iyi bir yaşam yapmazlarsa, diğer ürünleri yetiştirmeye çalışacaklardır.
- If farmers don't make a decent living growing peanuts, they will try growing other crops.
Kendi yiyeceğini yetiştirmeye çalışmalısın.
- You should try growing your own food.
Organik tarım kimyasallar olmadan bir bitkileri (tahıllar, baklagiller, meyve) yetiştirme yöntemidir.
- Organic agriculture is a method of growing plants (grains, legumes, fruit) without chemicals.
Ağaç büyümeyi durdurdu.
- The tree stopped growing.
Büyüme hızı katlanarak büyüyor.
- The rate of growth is growing exponentially.
Onlar artan bir nüfusa sahip, bu yüzden çok daha fazla yiyeceğe ihtiyaçları var.
- They have a growing population; therefore they need more and more food.