Tom dosdoğru bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
Köpek postacı için dosdoğru gitti.
- The dog went straight for the postman.
Çok düzgün dişlerin var.
- You have very straight teeth.
Düzgün düşünmüyorsun.
- You're not thinking straight.
Lidia'nın sarı düz saçları var.
- Lidia has blonde straight hair.
Ayrıca Felicja'nın da sarı düz saçları var.
- Also Felicja has blonde straight hair.
Toplantıdan sonra o doğrudan masasına doğru yöneldi.
- After the meeting she headed straight to her desk.
Onu doğruca bana ver.
- Give it to me straight.
Kiliseye varana kadar dümdüz git.
- Go straight ahead until you reach the church.
Lütfen dümdüz ilerleyin.
- Please go straight ahead.
Mario, bana eşcinsel demekten vazgeç! Ben heteroseksüelim!
- Mario, stop calling me gay! I'm straight!
Heteroseksüel misin yoksa homoseksüel mi? Ben heteroseksüelim.
- Are you straight or gay? I'm straight.
Ben brendimi sek severim.
- I like my brandy straight.
O, düz çizgiler çizer.
- He draws straight lines.
Tom'dan net bir cevap alamıyorum.
- I can't get a straight answer from Tom.
Sadece net bir cevap istiyorum. Daha fazla bir şey değil.
- I just want a straight answer. Nothing more.
Önceliklerini açıklığa kavuştur.
- Get your priorities straight.
Tom oldukça açık sözlü.
- Tom is quite straightforward.
Miami Heat arka arkaya ikinci NBA şampiyonluğunu kazandı.
- The Miami Heat won a second straight NBA championship.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
O gülmeyen bir yüzle fıkra anlattı.
- She told the joke with a straight face.
Sadece on üç saat aralıksız çalıştım.
- I just worked 13 hours straight.
Viskinizi susuz mu istersiniz yoksa onu suyla karıştırmalımıyım?
- Do you want your whiskey straight or should I mix it with water?
Doğru söyleyip söylemediğimi anlamak için beni iyice süzdü.
- His eyes searched my face to see if I was talking straight.
Tom'un ciddi kalması zordu.
- It was hard for Tom to keep a straight face.
Tom ciddi kalmaya çalışıyor.
- Tom is trying to keep a straight face.
Hemen sana geleceğim.
- I'll come to you straight away.
Okuldan hemen sonra eve gelmen gerekiyordu. Bunu biliyordun.
- You were supposed to come home straight after school. You knew that.
Direkt eve gideceğim.
- I'll go straight home.
İşten sonra direkt eve giderim.
- I go straight home after work.
O, şimdi odasındaki şeyleri düzenliyor.
- She's now straightening up her room.
Bak, bu konuda dürüst olmak istiyorum.
- Look, I want to be straight about this.
Tom çok dürüst bir kişi.
- Tom is a very straightforward person.
Tom doğruca postaneye gitti.
- Tom went straight to the post office.
Tom doğruca yatağa gitti.
- Tom went straight to bed.
O, tamamen gülmeyen bir suratla fıkra anlattı.
- She told the joke with a completely straight face.
Tom tam karşıda bakarken tek başına oturuyordu.
- Tom sat alone, staring straight ahead.
Ben tümüyle emin olmak istiyorum.
- I would like to set the record straight.
Ben doğrudan doğruya onun gözlerinin içine baktım.
- I looked her straight in the eye.
Sami, Leyla'ya dik dik baktı.
- Sami looked Layla straight in the eye.
Dik oturmanın sırtın için zararlı olduğunu duydum.
- I've heard that sitting up straight is bad for your back.
Go straight back.
a straight answer.
straight whiskey.
On arriving at work, he went straight to his office.
Everything is straight now.
He always votes a straight ticket.
a straight six.
He claims he can hold his breath for three minutes straight.
... up again. You'll see chronic unemployment. We've had 43 straight months with unemployment ...
... straight to mobile. ...