Aksanından belli olduğu gibi, o bir yabancı.
- He is a foreigner, as is evident from his accent.
Yalan söylediğin belli.
- It's evident that you told a lie.
Apaçık ortadadır ki, insan davranışları çevre için radyasyondan daha tehlikelidir.
- It's evident that human behaviour is more dangerous for the environment than radiation.
Hepimiz öleceği için, bunun ölmemizi engellememesi apaçık.
- That it does not prevent our dying is evident, because we all die.
Onun bir hata yaptığı aşikar.
- It is evident that he has made a mistake.
Onun aşık olduğu herkese aşikar.
- It's evident to everybody that he's in love.
Arapçanın etkisi İspanyolcada oldukça belirgindir.
- The influence of the Arabic language is quite evident in the Spanish language.
Anne'in moral bozukluğu Gilbert'in memnuniyeti kadar belirgindi.
- Anne's mortification was as evident as Gilbert's satisfaction.
Açıkçası, o bir hata yaptı.
- Evidently, he's made a mistake.
Akşamleyin bana mesaj atacağını söyledin ama açıkça yalan söyledin.
- You said you would text me in the evening, but you lied, evidently.
Masum olduğu hepimiz için ortadaydı.
- It was evident to all of us that he was innocent.
Apaçık ortadadır ki, insan davranışları çevre için radyasyondan daha tehlikelidir.
- It's evident that human behaviour is more dangerous for the environment than radiation.
Tom bu sabah erken saatlerde besbelli buradaydı.
- Tom evidently was here early this morning.
Onun benimle konuşmak istemediği besbelli.
- Evidently he does not want to speak to me.
Anlaşılan, yarın yağmur yağacak.
- Evidently, it's going to rain tomorrow.
Bu açıkçası kötü bir örnek.
- It's an evidently bad example.
Açıkçası, o bir hata yaptı.
- Evidently, he's made a mistake.
It was evident she was angry, after she slammed the door.
... the government. Because it's tamper-evident, even if you figure out how to override it, ...
... evident. If you try to extract the keys from a TPM, it's supposed to be really obvious ...