Are you still playing the bassoon?
- Hâlâ bason çalıyor musun?
I play bass in a jazz band.
- Bir caz orkestrasında bas gitar çalıyorum.
I quit playing the bass guitar.
- Ben bas gitar çalmayı bırakıyorum.
Tom doesn't know how to play the bass guitar.
- Tom nasıl bas gitar çalacağını bilmiyor.
He has to have his blood pressure taken every day.
- O, her gün kan basıncı ölçtürmek zorundadır.
Several politicians exerted strong pressure on the committee.
- Birçok siyasetçi komite üzerine güçlü bir baskı uygulamıştır.
Tom finds it difficult to read small print.
- Tom küçük baskıyı okumayı zor buluyor.
This book will be printed next year.
- Bu kitap, gelecek yıl basılacak.
Are you still playing the bassoon?
- Hâlâ bason çalıyor musun?
He had a book on physics published.
- Fizikle ilgili bir kitap bastırdı.
We finally published the book.
- Sonunda kitabı bastık.
She pressed her lips firmly together.
- Dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı.
He pressed the brake pedal.
- O, fren pedaline bastı.
I have a pressing feeling in my stomach.
- Midemde bir basınç hissi var.
Right now, we have a problem that's a little more pressing.
- Şu anda, biraz daha fazla baskı yapan bir problemimiz var.
The first printing machine was invented by Gutenberg.
- İlk baskı makinesi Gutenberg tarafından icat edilmiştir.
This textbook, having been printed in haste, has a lot of printing mistakes.
- Bu ders kitabının, aceleyle basıldığı için, bir sürü hatası var.
He walked on tiptoe so that nobody would hear him.
- O, kimse onu duymasın diye parmak uçlarına basarak yürüdü.