büyük!

listen to the pronunciation of büyük!
Турецкий язык - Английский Язык
large

My brother is as large as I. - Erkek kardeşim, ben kadar büyük.

These dresses are too large. - Bu elbiseler çok büyük.

grand

It was my grandfather that told me that story. - O hikayeyi bana anlatan büyükbabamdı.

When he openly declared he would marry Pablo, he almost gave his grandmother a heart attack and made his aunt's eyes burst out of their sockets; however, his little sister beamed with pride. - O Pablo ile evleneceğini açıkça ilan ettiğinde, neredeyse büyük annesine kalp krizi geçirtecekti , halasının gözlerini yuvasından fırlattıracaktı fakat küçük kız kardeşi gururla baktı.

major

I think that it likely that there was a major fault in the lookout. - Gözetlemede muhtemelen büyük bir hata olduğunu zannediyorum.

The new law was a major reform. - Yeni yasa büyük bir reformdu.

great

To our great surprise, he suddenly resigned. - Onun birden istifade etmiş olması, bizim için büyük sürpriz.

England and Scotland were unified on May 1, 1707, to form the Kingdom of Great Britain. - İngiltere ve İskoçya, 1 Mayıs 1707'de birleşti ve Büyük Britanya Krallığı'nı oluşturdu.

big

He broke his promise, which was a big mistake. - Büyük bir hataydı ki, o caydı.

Tokyo is a very big city. - Tokyo çok büyük bir şehirdir.

long

My grandfather's life was long and happy. - Büyük babamın hayatı uzun ve mutluydu.

My grandfather lived a long life. - Büyük babam uzun bir hayat yaşadı.

huge

She lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

He lives in a huge house. - O, büyük bir evde yaşıyor.

wide

There is a wide gap in the opinions between the two students. - İki öğrenci arasında fikirlerde büyük bir uçurum vardır.

capital

Sentences begin with a capital letter. - Cümleler büyük harfle başlar.

Write your name in capital letters. - Adınızı büyük harflerle yazın.

{s} exalted
{s} mighty
high

A big title does not necessarily mean a high position. - Büyük bir unvan mutlaka yüksek bir görev anlamına gelmez.

What I most noticed about my Japanese high school, however, was the great respect shown by students toward their teachers. - Her nasılsa, Japon lisem hakkında en fazla fark ettiğim şey öğrenciler tarafından öğretmenlerine gösterilen büyük saygıydı.

{s} handsome

He was big and handsome. - O, büyük ve yakışıklıydı.

large scale

It seems the rural area will be developed on a large scale. - Kırsal alan büyük ölçüde gelişecek gibi görünüyor.

It is hoped that this new policy will create jobs on a large scale. - Bu yeni politikanın büyük ölçekli işler yaratacağı umuluyor.

{s} older

He looks older than my brother. - O benim erkek kardeşimden daha büyük görünüyor.

Care has made her look ten years older. - Bakım onun görünüşünü on yaş büyük yaptı.

expansive
voluminous
eldest

Caution is the eldest daughter of wisdom. - Dikkat, bilgeliğin büyük kızıdır.

The eldest son succeeded to all the property. - En büyük oğlan bütün mülkiyetin varisi oldu.

bigger

In Japan, there is no lake bigger than Lake Biwa. - Japonya'da, Biwa gölünden daha büyük bir göl yoktur.

Beijing is bigger than Rome. - Pekin, Roma'dan daha büyüktür.

ambitious

My father was an ambitious man and would drink massive amounts of coffee. - Babam hırslı bir adamdı ve büyük miktarda kahve içerdi.

ranch

Tom rode a horse last week when he was at his grandfather's ranch. - Tom büyükbabasının çiftliğindeyken geçen hafta ata bindi.

There are about 500 cattle on the ranch. - Çiftlikte yaklaşık 500 büyükbaş hayvan var.

oldest

How old is your oldest son? - En büyük erkek evladın kaç yaşında?

My oldest brother is single. - En büyük ağabeyim bekardır.

hamper
{i} senior
outsize
colossal
singular
stupendous
towering
signal

Tom's grandfather was a signal officer in the army. - Tom'un büyükbabası orduda bir muhabere subayıydı.

gross

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

profound
(Tıp) hypertrophic
burning
(Bilgisayar) more

Sometimes, Grandma is more dangerous than the KGB. - Bazen büyükanneler, KGB'den daha tehlikelidir.

You must be more careful to avoid making a gross mistake. - Büyük bir hata yapmaktan kaçınmak için daha dikkatli olmalısın.

sumptuous
widely
legend
sizable

Tom won a sizable amount of money. - Tom oldukça büyük bir miktarda para kazandı.

edifice
substantial

The stability of Chinese economy is substantially overestimated. - Çin ekonomisinin istikrarı büyük ölçüde abartılmıştır.

tremendous

Tom is taking a tremendous chance. - Tom çok büyük bir risk alıyor.

The earthquake created a tremendous sea wave. - Deprem büyük bir deniz dalgası yarattı.

ample
considerable

The earthquake caused considerable damage. - Deprem, büyük ölçüde hasara yol açtı.

Tom's experience attracted considerable attention. - Tom'un deneyimi büyük ilgi gördü.

bulky

These presents are really bulky. - Bu hediyeler gerçekten büyük.

This box is too bulky to carry. - Bu kutu taşımak için çok fazla büyüktür.

redoubtable
{s} precious
massive

It's a massive undertaking. - Bu çok büyük bir girişim.

A massive earthquake of magnitude 8.8 hit the Japanese islands today. - 8.8 büyüklüğündeki büyük deprem bugün Japon adalarını vurdu.

dire

The castle was in dire need of major repairs. - Kale, büyük onarımlara çok ihtiyaç duyuyordu.

prize

To my great delight, he won the first prize. - Benim için büyük sevinç, o birincilik ödülünü kazandı.

Kaoru, yours is the best reaction so far - you win the grand prize. - Kaoru, şimdiye kadar en iyi tepki sizinki - büyük ödülü kazanırsınız.

no end of
untold
grown-up
sizeable

He won a sizeable amount of money. - O büyük miktarda para kazandı.

{s} rousing

The concert was a rousing success. - Konser büyük bir başarıydı.

large-scale

Tatoeba is a mini-LibriVox, it just needs to be written before the large-scale reading aloud would start. - Tatoeba bir mini-LibriVox'tur. O, yüksek sesle büyük ölçekli okuma başlamadan önce sadece yazılması gerekiyor.

the older
the biggest
a great
great of
the greatest

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

Security is the greatest enemy. - Güvenlik en büyük düşmandır.

greater

Nothing gave her greater pleasure than to watch her son growing up. - Hiçbir şey ona oğlunun büyüdüğünü görmekten daha büyük bir zevk vermedi.

A fool always finds a greater fool to admire him. - Bir aptal her zaman kendisine hayran olacak daha büyük bir aptal bulur.

the great

He is one of the greatest artists in Japan. - Japonya'daki en büyük sanatçılardan biridir.

The Lake Van is the greatest lake of Turkey. - Van Gölü Türkiye'nin en büyük gölüdür.

the largest
a big
(Tıp) magnus
important; grand, chief, major
healthy

My grandfather does moderate exercise every morning, which is why he is strong and healthy. - Büyükbabam her sabah ölçülü egzersiz yapar, güçlü ve sağlıklı olmasının nedeni budur.

His grandmother looks healthy. - Onun büyükannesi sağlıklı görünüyor.

great, grand, exalted
extended
Турецкий язык - Турецкий язык
(Osmanlı Dönemi) REBUZ
muhteşem
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş: "Büyüklerin yanında sesim çıkmazdı."- S. F. Abasıyanık. Önemli: "Ömrünün tek ve büyük oyunu bitmişti."- T. Buğra
Somut nesneler için boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı: "Büyük ağaçların altında, gazinoya doğru gidiyoruz."- Y. Z. Ortaç
Yetişkin, belli bir yaşa gelmiş
Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karşıtı
Çok, ortalamayı aşan
Üstün niteliği olan
Önemli
Niceliği çok olan
Soyut kavramlar için çok, ortalamayı aşan: "Büyük bir cevap sıkıntısı geçirdikten sonra itiraf etti."- P. Safa
Niceliği çok olan: "Benim büyük kalabalıklara karşı ürkekliğim vardır."- R. N. Güntekin. Üstün niteliği olan: "Molière büyük adammış, yeryüzüne gelmiş kişilerin en büyüklerinden biri."- N. Ataç
(Osmanlı Dönemi) azîme
(Osmanlı Dönemi) azıme