bütünleş

listen to the pronunciation of bütünleş
Турецкий язык - Английский Язык
coalesce
When two, or more, pieces of metal are bonded together (usually via welding) by liquefying the places where they are to be bonded, coalescing these liquids, and allowing the coalesced liquid to solidify. At the end of this process the two pieces of metal have become one continuous solid
To form from different pieces or elements

The puddle coalesced from the droplets as they ran together.

To join into a single mass or whole

when a thing's own light and the light from something else coalescing into one on bright and smooth surfaces produce a form which yields a perception reversed from the way a thing normally looks.

1. To grow together; fuse.2. To come together so as to form one whole; unite
If two or more things coalesce, they come together and form a larger group or system. Cities, if unrestricted, tend to coalesce into bigger and bigger conurbations His sporting and political interests coalesced admirably in his writing about climbing. = merge. if objects or ideas coalesce, they combine to form one single group coalesce into/with (coalescere, from co- ( CO-) + alescere )
{v} to unite, join, grow together, close
To form from different elements
To grow or come together; fuse; unite
fuse or cause to grow together
To combine You can combine up to 20 current SP or PFG openings into one new opening A function in ISIS that has limited application at present Coalescing openings is strictly limited to attaching an opening number to another opening number There is no transfer of opening information
The process of merging adjacent holes into a single larger hole Sometimes this process is referred to as garbage collection
To fuse, unite or grow into a mass large enough to fall due to gravity
A carrier solvent (agueous) that evaporates or absorbs into the substrate from which particles deform and nit together to form a continuous film
To grow together; to unite by growth into one body; as, the parts separated by a wound coalesce
mix together different elements; "The colors blend well"
To join into a single mass
To unite in one body or product; to combine into one body or community; as, vapors coalesce
v t (literal objects that are similar) to consolidate the identity of those objects, such that they become the same object See section Compiler Terminology
v t (literal objects that are similar) to consolidate the identity of those objects, such that they become the same object See 3 2 1 Compiler Terminology @IGindex{code}
To arise from the combination of distinct elements; to unite into a whole
bütün
entire

They spent the entire day on the beach. - Onlar bütün günü sahilde geçirdiler.

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

bütün
all

Motherhood and childhood are entitled to special care and assistance. All children, whether born in or out of wedlock, shall enjoy the same social protection. - Ana ve çocuk özel ihtimam ve yardım görmek hakkını haizdir. Bütün çocuklar, evlilik içinde veya dışında doğsunlar, aynı sosyal korunmadan faydalanırlar.

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

bütün
whole

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

bütün
{s} complete

This isn't completely wrong. - O bütünüyle yanlış değil.

Tom worked all day and was completely worn out. - Tom bütün gün çalıştı ve tamamen bitkin düştü.

bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

All countries have a responsibility to preserve the ancestral relics of every people group within their borders, and to pass these on to the coming generations. - Bütün ülkeler, tüm sınırları içindeki insan grupların ecdat yadigar eserlerini koruma ve gelecek nesillere aktarma sorumluluğu var.

Everyone in the class is here today. - Bugün bütün sınıf burada.

bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

Grandmother died, leaving the whole family stunned. - Büyükanne bütün aileyi buz kesilmiş bırakarak öldü.

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

He addressed my full attention to the landscape outside. - Bütün dikkatimi dışarıdaki manzaraya yöneltti.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

bütün
all-out
bütün
entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün
omni-
bütün
entirety

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

bütün
all the
bütün
total

A totally ordered set is often called a chain. - Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.

Have you been totally honest with me? - Bana karşı bütünüyle dürüst müydün?

bütün
aggregate
bütün
holo-
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

There was peace all over the world. - Bütün dünyada barış vardı.

English has spread all over the country. - İngilizce bütün ülkede yayıldı.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

Will he eat the whole cake? - Bütün pastayı yiyecek mi?

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение bütünleş в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
bütünleş
Избранное