bütünlükte

listen to the pronunciation of bütünlükte
Турецкий язык - Английский Язык
to a nice
bütün
entire

We spent the entire day on the beach. - Bütün günü plajda geçirdik.

Working together, they cleaned the entire house in no time. - Birlikte çalışarak, bütün evi çabucak temizlediler.

bütün
all

Money is the root of all evil. - Para bütün kötülüğün köküdür.

All the flowers in the garden are yellow. - Bahçedeki bütün çiçekler sarı.

bütün
whole

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

I spent the whole afternoon chatting with friends. - Bütün öğleden sonrayı arkadaşlarla sohbet ederek geçirdim.

bütün
{s} complete

Having worked on the farm all day long, he was completely tired out. - Bütün gün boyunca çiftlikte çalıştığı için, o tamamen yorgundu.

Prime numbers are like life; they are completely logical, but impossible to find the rules for, even if you spend all your time thinking about it. - Asal sayılar hayata benzerler, onlar tamamıyla mantıklıdır ama bütün zamanınızı bu konuyu düşünerek harcasanız dahi belirli bir kural bulmak imkansızdır.

bütün
utter
bütün
{i} gross

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün çocukluk dişlerini bu kibrit kutusunda mı biriktirdin? Bu iğrenç!

You saved all your baby teeth in this matchbox? That's gross! - Bütün bebek dişlerini bu kibrit kutusunda biriktirdin mi? Bu iğrenç!

bütün
the total
bütün
pan

The whole city is in panic. - Bütün şehir panik içinde.

bütün
intact
bütün
every

Every Saturday we clean the whole house. - Her cumartesi bütün evi temizleriz.

I have read every book in the library. - Kütüphanede bütün kitapları okudum.

bütün
out-and-out
bütün
monolith
bütün
grand

By the time I was born, all my grandparents had died. - Ben doğmadan önce bütün büyük ebeveynlerim ölmüştü.

My grandmother told me about her whole life. - Büyükannem kendisinin bütün hayatını bana anlattı.

bütün
continuum
bütün
overall
bütün
thorough
bütün
full

My whole day was full of surprises. - Bütün günüm sürprizlerle doluydu.

She got full marks by memorizing the whole lesson. - O, bütün dersi ezberleyerek tam not aldı.

bütün
all-out
bütün
entirely

You're not entirely wrong. - Sen bütünüyle hatalı değilsin.

Sami is still not entirely satisfied. - Sami hâlâ bütünüyle tatmin olmuş değil.

bütün
sum total
bütün
integral
bütün
integrate
bütün
omni-
bütün
entirety

We need to view this in its entirety. - Bütünüyle bunu incelememiz gerekiyor.

Examine the question in its entirety. - Soruyu bütünü ile inceleyin.

bütün
all the
bütün
total

A totally ordered set is often called a chain. - Bütünüyle sipariş edilmiş bir takıma çoğunlukla bir zincir denilir.

I said hello to Debby but she totally ignored me. - Debby'ye merhaba dedim fakat o beni bütünüyle görmezlikten geldi.

bütün
aggregate
bütün
holo-
bütün
out and out
bütün
totality
bütün
(a) whole, (a) totality
bütün
total, sum
bütün
whole, entire, total; all
bütün
clear
bütün
unbroken
bütün
round

It's warm here all the year round. - Burada bütün yıl boyunca hava sıcak.

He works hard all the year round. - Bütün yıl çok sıkı çalışır.

bütün
solid
bütün
undivided
bütün
(before plural form) all
bütün
omni
bütün
all over the

English has spread all over the country. - İngilizce bütün ülkede yayıldı.

There was peace all over the world. - Bütün dünyada barış vardı.

bütün
one and only
bütün
whole, entire, total, complete
bütün
holo
bütün
large (bill, money)
bütün
complement
bütün
all out
bütün
unbroken, undivided
bütün
the whole

Karam is the best student in the whole school. - Karam, bütün okuldaki en iyi öğrencidir.

Tom spent the whole day reading in bed. - Tom bütün gününü yatakta okuyarak geçirdi.

bütün
sheer
bütün
allout
bütün
outright
bütün
teetotal
bütün
integer
bütün
aipha
bütün
monolithic
bütün
{i} ensemble
Турецкий язык - Турецкий язык

Определение bütünlükte в Турецкий язык Турецкий язык словарь

Bütün
pan
bütün
Eksiksiz, tam; parçalanmamış
bütün
Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi, bütünü
bütün
Birlik, tamlık: "Şiirde bir bütünün lüzumuna inananlar bile mısralar arasında birtakım aralıklar kabul eder."- O. V. Kanık
bütün
Birlik, tamlık
bütün
Parçalanmamış
bütün
Eksiksiz, tam: "Güller bütün güller bu sabah / Bir ağızdan şarkı söyler gibi açıyor her bahçede."- N. Cumalı. Çok sayıdaki varlık ve nesnelerin hepsi: "Bütün civar köylerde onu sevmeyen yoktu."- Y. K. Karaosmanoğlu
bütün
Ufaklık, bozukluk olmayan (para)
bütünlükte
Избранное