Dan is for the separation of church and state.
- Dan, kilise ve devletin birbirlerinden ayrılmasını savunur.
The story about the separation of the two leopard cubs seems pretty trite to me.
- İki leopar yavrusunun ayrılması hakkındaki hikaye bana oldukça basmakalıp gibi görünüyor.
Gate closes 20 minutes before departure.
- Kapı ayrılmadan 20 dakika önce kapatılır.
Tom said he had to split.
- Tom ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.
Did you hear about Tom and Mary splitting up?
- Tom ve Mary'nin ayrılmaları hakkında bir şey duydun mu?
When is checkout time?
- Ayrılma saati ne zaman?
We should lose no time in leaving here.
- En kısa sürede buradan ayrılmalıyız.
She was on the point of leaving.
- O, ayrılmak üzereydi.
I've been asked to quit the company.
- Şirketten ayrılmam istendi.
You still haven't told me why you quit your job.
- İşinizden ayrılma nedeninizi hâlâ bana söylemediniz.
They want to separate after 40 years of marriage.
- Kırk yıllık evliliklerinin ardından ayrılmak istiyorlar.
Tom didn't like being separated from his wife and children.
- Tom karısından ve çocuklarından ayrılmayı istemiyordu.
Tom and Mary decided to break up.
- Tom ve Mary ayrılmaya karar verdi.
I plan to break up with her.
- Ondan ayrılmayı planlıyorum.
Does detachment from the world really prevent suffering?
- Dünyadan ayrılma acı çekmeyi gerçekten engelliyor mu?
Don't forget to turn off the gas before leaving the house.
- Evden ayrılmadan önce gazı kapatmayı unutma.
Don't forget to turn off the gas before you leave the house.
- Evden ayrılmadan önce gazı kapatmayı unutma.
I got word that Mary wants to divorce him.
- Mary'nin ondan ayrılmak istediğini haber aldım.
It was obvious to everyone that the marriage would sooner or later end in divorce.
- Herkes için aşikardır ki, evlilik er ya da geç ayrılmayla sonuçlanır.
However, Lucy is about to leave her home.
- Ancak Lucy evinden ayrılmak üzereydi.
In any case, you have to leave early, whether you like it or not.
- Hoşuna gitsin ya da gitmesin, her durumda erken ayrılmak zorundasın.
I didn't want to split up with Mary.
- Mary ile ayrılmak istemedim.
I want to split up, but I know I couldn't even if I tried.
- Ayrılmak istiyorum ama denesem bile yapamayacağımı biliyorum.
I got word that Mary wants to divorce him.
- Mary'nin ondan ayrılmak istediğini haber aldım.
Tom said he had to split.
- Tom ayrılmak zorunda kaldığını söyledi.
I want to split up, but I know I couldn't even if I tried.
- Ayrılmak istiyorum ama denesem bile yapamayacağımı biliyorum.
I'd like to check out tomorrow morning.
- Yarın sabah ayrılmak istiyorum.
Do you really want to break up with your girlfriend?
- Gerçekten kız arkadaşınla ayrılmak istiyor musun?
Tom wants to break up with Mary.
- Tom Mary'den ayrılmak istiyor.
I want to get off this island.
- Ben bu adadan ayrılmak istiyorum.
Do you think Tom really intends to drop out of school?
- Tom'un gerçekten okuldan ayrılmak istediğini düşünüyor musun?
Are you absolutely sure you want to drop out of school?
- Okuldan ayrılmak istediğine kesinlikle emin misin?
Several boys had to leave school early yesterday.
- Dün birkaç çocuk okuldan erken ayrılmak zorunda kaldı.
He had to part with his secretary when she got married.
- O, o evlendiğinde sekreterinden ayrılmak zorunda kaldı.
He had to part with his secretary because she got married.
- O evlendiği için, o sekreterinden ayrılmak zorunda kaldı.
We don't want to be separated.
- Biz ayrılmak istemiyoruz.
He wants to separate from his wife.
- Karısından ayrılmak istiyor.
It was clear that Tom didn't want to leave.
- Tom'un ayrılmak istemediği açıktı.
The day came at last when he had to part from her.
- Ondan ayrılmak zorunda olduğu gün sonunda geldi.
Britain is separated from the Continent by the Channel.
- Britanya kanalla kıtadan ayrılmaktadır.
We don't want to be separated.
- Biz ayrılmak istemiyoruz.
We don't want to be separated.
- Biz ayrılmak istemiyoruz.
I want to get off this island.
- Ben bu adadan ayrılmak istiyorum.
We have to leave now if we want to get home before dark.
- Hava kararmadan önce eve dönmek istiyorsak şimdi ayrılmak zorundayız.
He had to part with his house.
- O, evinden ayrılmak zorunda kaldı.
I have no idea why you want to part with that.
- Niçin ayrılmak istediğine dair fikrim yok.
We don't want to be separated.
- Biz ayrılmak istemiyoruz.
Allocate a room for research purposes.
- Araştırma amaçları için bir oda ayırın.
We must be able to differentiate between objects and situations.
- Nesneler ve durumlar arasında ayırım yapabilmeliyiz.
What separates Guangdong from Guangxi?
- Guangdong'u Guangxi'den ne ayırıyor?
It is no use trying to separate the sheep from the goats while in a state of madness.
- Çok sinirliyken iyiyle kötüyü ayırmaya çalışmanın bir faydası yoktur.
I'm not disconnecting their printers.
- Onların yazıcılarını ayırmıyorum.
These devices are distinguished by particularly high-quality workmanship.
- Bu cihazlar özellikle yüksek kaliteli işçilikle ayırt edilir.
I will love you for better for worse till death us do part.
- Ölüm bizi ayırana kadar iyi ve kötü günde seni seveceğim.
I didn't detach them.
- Ben onları ayırmadım.
We ought to have phoned ahead and reserved a table.
- Telefon edip bir masa ayırtmalıydık.
We have reserved a lot of food for emergencies.
- Acil durumlar için bir sürü yiyecek ayırdık.
Would you mind sparing me thirty minutes of the day?
- Bana günün otuz dakikasını ayırır mısın?
I removed her number after severing our friendship.
- Dostluğumuzu kestikten sonra onun numarasını ayırdım.
Disconnect the power cable from the modem, wait for approximately one minute, then reconnect the cable.
- Enerji kablosunu modemden ayır, yaklaşık bir dakika bekle, sonra kabloyu tekrar bağla.
Dan disconnected Linda from her respirator.
- Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.
I reserved my hotel room three weeks in advance.
- Otel odamı üç hafta önceden ayırttım.
I'd like to reserve a table for four at six.
- Saat altıda dört kişilik bir masa ayırtmak istiyorum.
Subtle differences in tone discriminate the original from the copy.
- Tondaki ince farklar orijinali fotokopiden ayırt eder.
Is there any room to spare in your car?
- Arabanızda ayıracak yer var mı?
Since there wasn't much time to spare, she took a taxi.
- Ayıracak çok zamanı olmadığı için, taksiye bindi.
English is one language separating two nations.
- İngilizce iki ulusu ayıran bir dildir.
Why is politics separating us, when we ourselves know who is good and who isn't?
- Kimin iyi olduğunu ve kimin olmadığını biz kendimiz bildiğimizde politika neden bizi ayırıyor?
The policeman separated the two men who were fighting.
- Polis kavga eden iki adamı ayırdı.
The mother separated the fighting children.
- Anne dövüşen çocukları ayırdı.
Dan disconnected Linda from her respirator.
- Dan, Linda'yı solunum cihazından ayırdı.
Let's decide what needs to be decided, then let's split into two teams, OK?
- Neye karar verilmesi gerektiğine karar verelim, sonra iki takıma ayıralım.
They earmarked enough money for research work.
- Araştırma çalışması için yeterli para ayırdılar.
At times I feel like quitting my job.
- Ara sıra canım işimden ayrılmak istiyor.
He told me he wanted to quit the company.
- Bana şirketten ayrılmak istediğini söyledi.
I just broke up with the girl i love.