The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
She left me standing there for two hours.
- O iki saat boyunca beni orada ayakta bıraktı.
She stood silently, her head tilted slightly to one side.
- Başı bir tarafa doğru hafifçe eğik, sessizce ayakta durdu.
We stood looking at the beautiful scenery.
- Biz güzel manzaraya bakarak ayakta durduk.
Big changes are afoot.
- Büyük değişiklikler ayakta.
The train was so crowded that I had to stand up the whole trip.
- Tren o kadar kalabalıktı ki yolculuk boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
There are footprints of a cat on the table.
- Masanın üstünde bir kedinin ayak izleri var.
The police couldn't find any footprints outside Tom's bedroom window.
- Polisler Tom'un yatak odası penceresinin dışında herhangi bir ayak izi bulamadılar.
It was all I could do to keep standing.
- Yapabildiğim bütün şey ayakta durmaya devam etmekti.
The train was so crowded that I had to keep standing all the way.
- Tren o kadar kalabalıktı ki ben bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
The train was very crowded so I had to stand all the way to Ueno.
- Tren çok kalabalıktı bu yüzden Ueno'ya kadar bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda kaldım.
After her glamorous performance , she received a standing ovation.
When I got out of prison, Tom helped me get back on my feet.
- Hapishaneden çıktığımda, Tom tekrar ayaklarımın üstünde durmama yardımcı oldu.
Your feet are swollen because your shoes are too small.
- Ayakkabıların çok küçük olduğu için ayakların şişmiş.
I don't want to step on Tom's toes.
- Tom'un ayak parmaklarına basmak istemiyorum.
Don't step on my toes.
- Ayak parmaklarıma basmayın.
Tom sat on the pier with his feet in the water.
- Tom ayakları suda iskelede oturdu.
Tom sat on the pier, dangling his feet in the water.
- Tom ayaklarını suya sarkıtarak iskelede oturdu.
I heard that footprints of an abominable snowman were found in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerinin Himalaya dağlarında bulunduğunu duydum.
I heard that they discovered the footprints of an abominable snowman in the Himalayan mountains.
- İğrenç bir kardan adamın ayak izlerini Himalaya dağlarında keşfettiklerini duydum.
Small businesses will have to tighten their belts to survive.
- Küçük işletmeler ayakta kalmak için kemerlerini sıkacaklar.
It's really difficult to survive in a big city like Tokyo without endebting oneself.
- Borca girmeden Tokyo gibi büyük bir şehirde ayakta kalmak zor.
The train was so crowded that we were obliged to stand all the way to Osaka.
- Tren o kadar kalabalıktı ki Osaka'ya giden bütün yol boyunca ayakta durmak zorunda bırakıldık.
I could scarcely stand on my feet.
- Ayaklarımın üzerinde güçlükle durabiliyordum.
The shoe fell off the horse's hoof.
- Ayakkabı atın toynağına düştü.
He did all the legwork.
- O, tüm ayak işlerini yaptı.
She sat down and crossed her legs.
- Oturdu ve ayak ayak üstüne attı.